16 Temmuz 2025 Çarşamba / 21 Muharrem 1447

Dr. Murat yılmaz: ‘Tıpış tıpış oy vereceksiniz’ demek halkı küçümsemektir

FADİME ÖZKAN21 Temmuz 2014 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Dr. Murat yılmaz: ‘Tıpış tıpış oy vereceksiniz’ demek halkı küçümsemektir

 

Yilmaz: Cumhuriyet tarihinde ilk kez Kemalist kimliğiyle bilinen biri aday gösterilmedi çünkü halkın seçmeyeceği biliniyordu. Bunu anladılar ama hala halkı küçümsüyorlar. Kıçıldaroğlu’nun diline vuran da budur.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine üç hafta gibi az bir süre kaldı. Adaylar sahada harıl harıl çalışmakta ve seçmeni kendisine oy vermesi için ikna etmeye çabalamakta. Türkiye siyasi tarihinde pek çok ilkler barındıran 10 Ağustos seçimlerinin detaylarını, cumhuriyet tarihinde nereye teküabül ettiğini, adayların kimlikleriyle Çankaya’nın kimliğini, adayların performanslarını ve olası sonuçların etkilerini siyaset bilimci Dr. Murat Yılmaz ile konuştuk. Yayınlanmış çok saşyıda kitabı bulunan Yılmaz halen Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün (SDE) Siyaset ve Demokratikleşme Koordinatörü.

Türkiye siyasi tarihinde bir ilk olarak cumhurbaşkanını halk seçecek. Çankaya tarihi açısından cumhurbaşkanını halkın seçmesi neye nereye tekabül ediyor, ne anlama geliyor?

Cumhurbaşkanlığı Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş tarihinden itibaren özel önem taşıyan bir makam haline gelmiş durumda. Nitekim Cumhuriyetin kuruluşu ve cumhurbaşkanı seçimi de bir siyasi hesaplaşmayı takiben, onu temin etmek için yaşanmış. Tek Parti Dönemi’nde Cumhurbaşkanları anayasadaki görevleri ötesinde bir role sahipler çünkü mevcut tek partinin aynı zamanda genel başkanı sıfatına sahipler. Asıl güçleri de oradan geliyor. Çok partili hayata geçildikten sonra Demokrat Parti örneğinde cumhurbaşkanları tek parti dönemindeki kadar güçlü değil. Aynı zamanda 27 Mayıs’tan farklı olarak hükümeti seçen çoğunlukla cumhurbaşkanını seçen çoğunluk aynı. Dolayısıyla orada bir uyumsuzluktan söz edemeyiz.

27 MAYISLA KURULAN VESAYET

Çoğunluğu temsil edenlerin cumhurbaşkanı seçmesinin önüne de o tarihten sonra geçiliyor zaten?

Özelikle 27 Mayıs darbesinden sonra, 61 ve 82 Anayasasıyla cumhurbaşkanına biçilen misyon Tek Parti Dönemindeki ideolojik anlayışı devam ettirmek, bürokratik iktidar aygıtının parçası haline getirmek. Ana gaye de çoğunluğun Türkiye’nin meselelerini istediği gibi tartışabileceği bir yetenek kazanmasını engellemek. İktidar bloğunun içinde bir cumhurbaşkanı demek çoğunluğun hem Türkiye’nin temel meselelerinde hem de özellikle bürokratik vesayet kurumlarının özerkliğini temin için atamalarda rol sahibi demek. 1961’den sonra bürokratik vesayetin ana özelliği Türkiye’deki bürokratik özerkliği temindir çünkü. Siyasi iktidarın bürokratik kurumlara istediği türden atama yapmasını önlemeye çalışmaktır. Cumhurbaşkanı bakanlar kurulu kararlarını tamamlayan üçüncü bir imzadır ve onun imzası olmadan atama yapılamaz. Dolayısıyla cumhurbaşkanı, bürokratik iktidar bloğu içinde yer aldığı sürece siyasi iktidar istediği türden tasarruflarda bulunamaz. Böylece de aslında Türkiye’yi yönetemez ve vesayeti ortadan kaldıramaz.   

HER SEFERİNDE KRİZ ÇIKARDILAR

Check-balans sistemi diye yüceltilen ve Çankaya’yı hükümete karşı manivela haline getiren sistem mi bu?

Oradaki kritik problem şu: Türkiye’de 1961 Anayasasına kadar kuvvetler ayrılığından bahsetmek mümkün değil. Kuvvetler ayrılığı 1961’den sonra gündeme geliyor ama normal işleyen sistemin kuvvetler ayrılığı değil. Oradaki kuvvetler ayrılığından kasıt, yürütmeyi bu şekilde bölerek bürokratik vesayetin alanını genişletmek. O yüzden cumhurbaşkanına orada atfedilen rol, yürütme içinde bir fren oluşturmak. Burada da hatlar karışıyor. Anayasal anlamda bir kuvvetler ayrılığından çok, iktidar blokları arasındaki çatışmada rol oynayacak makam olarak düşünülmüş. Hal böyle olunca bütün cumhurbaşkanı seçimleri bürokratik iktidar bloklarının istediği istikamette şekillenmeyince bir kriz haline gelmiş. Bürokratik vesayet bloğu hep kriz çıkarmış. Bu sayede de istediği türden bir cumhurbaşkanı seçilmesini temin etmeye çalışmış. 60-80 arasındaki hikaye böyledir. 12 Mart’tan sonra siyasi iktidar bir ölçüde buna direnecek olduğunda, bu direniş siyasi iktidar bloğunun istediğini değil de yine bürokratik iktidar bloğu içinde bir seçeneği seçmek şeklinde tecelli etmiş. Nihayetinde TBMM’deki çoğunluğun istediği gibi bir karar alınamamış.

ÖZAL’A DA DİKTATÖR DEDİLER

Özal dışında istisnası oldu mu bu durumun?

Tek istisnası Özal. Özal cumhurbaşkanı seçildiğinde de bu bürokratik iktidar bloğunun ne tür büyük tezler çıkardığını, kampanyalar düzenlediğini hatırlayalım. Bu iktidar bloğuyla çalışmaya alışmış, siyaset yelpazesinde de 61 vesayet düzenine intibak etmiş bir takım siyasi partiler var. Onlar da Özal karşıtı büyük bir kampanya yürüttüler. Bugünkü söylemlerin benzeri, Özal’ın diktatör olduğu şekilde kampanyalar yürütüldü. Anayasal bir takım kurumlar açıklamalar yaptılar vesaire.

DENİZ BAYKAL AYM’Yİ TEHDİT ETMİŞTİ

2007’deki gibi?

2007’ye geldiğimizde... 1999’daki Ecevit hükümetinin reformlarının yarım kalması sonrasında 3 Kasım 2002’de kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi iktisadi ve siyasi reformları getirdi ilerletti. Bu sayede TBMM’nin vesayetle hesaplaşma kaçınılmaz hale geldi. Bu hesaplaşmanın yaşanacağı yerlerden biri de cumhurbaşkanlığı seçimiydi. Nitekim bu hesaplaşma yaşandığında da o zamana kadar AB sürecini ve kriterlerini savunan isimlerin demokratikleşme, sivilleşme ve özgürleşme konusundaki desteklerini çekerek 1961’de ortaya çıkmış bu vesayetin savunucularına dönüştüklerini gördük. O kadar ki anayasadaki kurallar dahi ihlal edilerek 367 gibi bir karar zorlandı. Bu zorlamanın arkasında Anayasa Mahkemesi’nin performansının yanı sıra ordunun 27 Nisan bildirisi ve dönemin CHP genel başkanı Deniz Baykal’ın “AYM 367'ye gerek yok derse ülke çatışmaya sürüklenir” diyerek Mahkemeyi tehdit etmesinin de ciddi bir rolü vardı. Böylece bir kere daha gördük ki vesayet sisteminden kurtulmanın kilit yeri cumhurbaşkanlığı.

VESAYETİN BELİ İLK KEZ 2007’DE KIRILDI

Herşey kamuoyunun gözü önünde yaşandı ve çok ciddi bir toplumsal tepki de verildi aslında. Ama vesayet bloğuyla birlikte hareket eden kitlelerin de Cumhuriyet mitingleri için sokağa çıkması krizi ilk kez kitleselleştirmemiş miydi?

AK Parti 2007’deki bu krizden erken seçime giderek çıkabildi. Seçimde oylarını artırması sayesinde cumhurbaşkanını bürokratik iktidar bloğunun istediği gibi değil de kendi istediği şekilde seçebildi. İlk zamanlardaki tepkiler bir yana bırakılırsa zaman içinde özellikle AK Parti arkasındaki oy desteği ve o dönemdeki MHP’nin bu sürece verdiği destek sayesinde cumhurbaşkanının pozisyonu meşru olarak görülmeye başlandı. Aradan geçen yedi yıl içinde bürokratik vesayetin büyük ölçüde tasfiye edildiğini, cumhurbaşkanı hükümetle müşterek hareket ederse bürokratik vesayet kurumları içindeki bu özerk atamaların sona erebileceğini gördük. Bunun en somut örneği Askeri Şura’da yaşandı. Bu sayede ordunun kendi komutanlarını ve kendi aslarını atama teamülü sona erdi. Hükümet de anayasal yetkilerini cumhurbaşkanının da kendisine katılmasıyla kullanabildi. Bu krize AK Parti’nin verdiği ikinci cevap da meseleyi halka götürecek olan anayasa değişikliğiydi. Ki yüzde 69 nispetinde kabul edildi. Bu sayede TBMM üzerindeki bürokratik vesayet kurumlarının baskı kurmasını engelleyecek, doğrudan halkın başkanını seçeceği bir yol bulunmuş oldu.

İLK KEZ KEMALİST BLOĞUN ADAYI YOK

Evet, şimdi bu vasattayız. Cumhurbaşkanı seçimi için kum saati işliyor. Üç aday var. İkisi cumhuriyet tarihi boyunca olağan şüpheli olarak işaretlenip baskılanmış iki toplumsal kesiminin, dindarların ve Kürtlerin adayı. Diğeri ise iki muhalefet partisinin ortak adayı. Adayların siyasi, ideolojik, kültürel kimlikleri ve Çankaya’nın tarihi ve kimliği açısından neler söylenebilir?

2014’teki seçimlerde aslında bir takım müdahale denemeleri olmasına rağmen cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde ilk defa vesayet kurumlarının veya başka bazı kurumların gayri meşru müdahalesinin olmadığını görüyoruz. Bu, Türkiye tarihi bakımından neredeyse bir ilk. Ve vesayet sisteminin tasfiye edilişini gösteriyor. Bu önemli bir başarı. Bunda 2007’den sonra yaşanan değişikliklerin büyük katkısı var. İkinci olarak cumhuriyet tarihinde ilk defa Kemalist bloğun cumhurbaşkanı adayı yok. Kemalist kimliğiyle bilinen bir aday yok ve Kemalist blok burada ana aktörlerden birisi değil.

KEMALİST BİR ADAYIN SEÇİLMEYECEĞİNİ BİLİYORLAR

Kemalist aday yok ama bürokratik vesayet bloğunun, Kemalist çevrelerin çıkardığı ortak bir çatı aday var. Bu bloğun Kemalist-laik kimlikli biri yerine bir İslam bilimleri profesörünü aday göstermesinin nedeni nedir?

Şudur: Halkoyuyla seçileceği için seçilmeyecek bir aday tercih edilmiyor. Netice itibariyle yaşanan zaman zarfında bütün siyasi aktörler olup bitenlerden öğreniyor. Çatı adayını çıkaran blok bu tür bir adayla AK Parti ve BDP örneğinde gördüğümüz dışlanmış aktörlerin merkeze yürüyüşünü içeren bu büyük değişim dalgasını kıracak bir dalgakıran inşa etmeye çalıştı. Değişim dalgası içinden bazılarını yanlarına çekerek bunu yapabileceklerini düşündüler. Bu çerçevede de bu koalisyonda Kemalist bloğun mümkün olduğunca az görünmesini tercih ettiler.

KEMALİST BLOK YA DEĞİŞECEK...

Kemalist blok Türkiye siyasetinde sonuç alabilecek bir güce sahip değil mi artık? Ölü bir ideoloji olmaya doğru mu evriliyor Kemalizm?  

Ölü bir ideoloji değil Kemalist blok. Böyle bir zümre var fakat bu zümre ve ideoloji artık eskisinden farklı sentezlere girmek zorunda olduğunu hissediyor. Bunu mesela CHP örneğinde görüyoruz. Ama Kemalizm mono blok bir yapıda değil alt parçaları ve farklı zümrelerle etkileşime giren alt zümreleri var. Muhtemelen buralarda önümüzdeki dönemde daha çok tartışma olacak. Ama önemli olan şu: Birçok farklı Kemalist tanımlaması vardır ama hepsinin ortak paydası Kemalizm’in bürokratik vesayetin ortak ideolojisi olduğudur. Bürokratik vesayet güç kaybettiği için Kemalist zümrelerin dışında tanımlama ihtiyacı hissediyor. Bunu yapması çok zor. Yapmayı başarabilirse Türkiye’nin normalleşen siyasi aktörlerinden birisi olarak varlığını devam ettirecek. Yapamazsa ciddi anlamda kendi içinde kırılmalar kopmalar yaşanabilecek.

Şu anki evre itibariyle cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde, çatı aday bahsinde Kemalist ideoloji, Kemalist zümre, görünen değil belirleyendir denilebilir mi peki?

Çatı bloğu içinde de Kemalist zümrenin tayin edici, karar verici noktada olduğunu düşünmüyorum. Buradaki koalisyonda Kemalist bloğun biraz geriye çekilmiş olmasının en önemli sebebi de asıl gücünü teşkil eden o bürokratik vesayet kurumlarını gücünü kaybetmiş olması. Bu yüzden de siyasi partilerin büyük sermayelerin, medyanın siyasi aklının daha çok işlediği, ideolojik reaksiyonlar dışında çözüm aradığı, çatı adayda hemfikir oldukları bir süreç yaşadık.

ERDOĞAN DIŞLANMIŞLARI TEMSİL EDİYOR

Peki. Adayların siyasi kültürel kimlikleri ve Çankaya’nın kimliğine dönersek…

Önce Başbakan Erdoğan’ın kimliğini üzerinden söylersek, kendisinin geldiği gelenekle kendi siyasi hikâyesi cumhuriyetin Tek Parti döneminden itibaren problemli olarak görülen, kamusal alana çıkmasına izin verilmeyen, muhafazakâr, mütedeyyin, İslamcı görünürlülüğü olan kesimlerin, dışlanmışlıktan kurtuluşunu, taşradan merkeze yürüyüşünü temsil ediyor. Bu aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşmesini, sivilleşmesini ve özgürleşmesini temsil ediyor.

DEMİRTAŞ’IN MİSYONU ÖNEMLİ 

Keza aynı şekilde dışlanan bir başka kesim de Kürt kimliğiyle bilinen kesimlerdi. Onlar da siyasi bir hareket vasıtasıyla kendilerini ifade ediyorlardı ama ülkenin yaşadığı bu demokratikleşme ve çözüm sürecinin de katkısıyla cumhurbaşkanlığı adaylığı vesilesiyle Türkiye siyasi merkezine yürüdüğünü görüyoruz. Bir yandan Türkiyelileşme, bir yandan demokratikleşme, diğer yandan arkasındaki bir güç olan ve müzakere süreci sonrasında da silah bırakması gereken PKK’yı değiştirip dönüştürme imkanı veriyor. Demirtaş bütün bunları yapabilirse aldığı oydan bağımsız olarak önemli bir misyon yerine getirecek.

İHSANOĞLU HALKI İKNA ETMEK ZORUNDA

Buna karşılık üçüncü aday İhsanoğlu da bana kalırsa önemli bir rol icra ediyor. Bu bürokratik vesayetle var olan ve onlarla işbirliği yapan, bugüne onlarla gelmiş siyasi aktörlerin artık modern bir siyasi partiye dönüşmesinin işaretini veriyor. Artık halkı ikna etmek zorundalar. Demokratik vesayet kurumlarıyla veya yargı kararlarıyla siyaseti tanzim edemeyeceklerini fark ediyorlar. O yüzden de halkı ikna edebilecek bir aday arıyorlar. Adayın kimliği ayrıca tartışılabilir, ama bu arayış daha önemlidir. Ve performansını bir tarafa bırakıyorum, bu adayın kimliğinin CHP tarafından kabul edilmiş sindirilmiş olması CHP’de öteden beri var olan değişme dönüşme gayretinin yeni bir evresini temsil ediyor.

BU SÜREÇ CHP’Yİ NORMALLEŞTİREBİLECEK Mİ?

İhsanoğlu’nun adaylığı bu değişimi sağlar mı, ya da hızlandırır mı?

Bir aday ve figür üzerinden yapılamaz. CHP’nin kendi içinde ciddi bir değişim dönüşüm yaşaması ve bu tartışmaları bir programa çevirmesi lazım. El çabukluğu marifetiyle bir aday üzerinden değiştiğinizi halka seçmene anlatamazsınız. O yüzden çatı adayı destekleyenlerin CHP’nin bu hamlesinin salt stratejik bir hamle olmamasına, siyasete dönüşmesine, CHP’nin bürokratik vesayet kurumlarının ortağı olmaktan çıkarak demokratik siyasi partiye dönüşmesine, normalleşmesine katkısı olabilir. Keza MHP’nin de dönüşmesine hizmet edebilecektir. Yüzde 50 marifetiyle cumhurbaşkanının seçilecek olmasının -AK Parti bu oranı yakalıyor- ama buna denk gelmeyen partilerde siyasi kimliklerin değişmesine dönüşmesine yumuşamasına etkileri olacaktır.

MUHALEFET LİDERLERİ RİSK ALDILAR

Ortak aday göstermenin muhalefet açısından elbette siyasal-sayısal zarureti vardı, çatı aday belli bir ihtiyacı karşıladı. Peki çatı aday ihtiyacının ve aday isminin tespiti ne kadar muhalefet partilerinin aklı ve iradesiyle olmuştur ne kadar dışsal bir elle, koyma akılla olmuştur? Başbakan konuşmalarında çatı adaydan “sipariş” diye bahsediyor mesela ısrarla?

Çatı adayın belirlenmesinde iki şeyi birbirinden ayırmak lazım. Birincisi, böyle bir karar almak zorunda olmaları eğer salt stratejik bir tercih değilse siyasi bir pozisyon değişikliğini ifade ediyor. Ama bunun yapılış tarzı ayrı bir tartışma konusu. Çünkü adayın tutmamasına, adayın performansına ve adayın CHP ile arasının açılmasına da yol açtı. Orada bir problem olduğu, aday belirlenmesinin demokratik olmayan bir yön içerdiği anlaşılıyor. Ama neticede eğer dışsal olmasaydı içerde bu belirlenebilir miydi? Bahçeli ve Kılıçdaroğlu değişimi sağlamak için gerçek anlamda siyasi bir risk mi üstlendiler yoksa kendilerine destek veren koalisyonun içinde yer alan büyük sermaye ve medyanın telkinleriyle mi bu noktaya geldiler ayrı bir tartışma konusu. Böyle olduysa bile iki siyasi liderin liderlikle bu riski üstlendiklerini düşünüyorum. Çünkü sonrasında onların kariyeri ve başarısı tartışılacak. 10 Ağustostan sonraki süreçte önemli olan da bu kararın kendisiyle bu kararın alınma sürecinin ayırmak. Ama gerçek bir değişim isteniyorsa bu ayrımın ortadan kalkacağı önümüzdeki dönemde sürecin şeffaflaşacağı, bu süreç sayesinde böyle bir adayın çıkabileceği değişimi öngörmek lazım. Bunun olması CHP’nin büyük ölçüde değişimini dönüşümünü tamamladığı anlamına gelecektir.

ÇATI ADAY SİYASİ MÜHENDİSLİK ESERİ

“Adayın belirlenmesinde demokratik olmayan bir şey, bir sıkıntı olduğu anlaşılıyor” dediğiniz noktayı deşmek istiyorum. Ortak aday dışarıdan telkinle belirlendi ise bu, bu partilerin aslında değişmediğini, Türkiye’de değişen siyaseti doğru okumadığını ve vesayet sistemini kendi içinde devam ettirdiğini göstermez mi?

Telkin meselesinde, bu kesim özellikle bir siyasi mühendisliğe çok açıktırlar. Bu değişimi dönüşümü uzun siyasi ideolojik tartışmalar, tabanı değiştirip dönüştürme marifetiyle yapmak yerine yukarıdan bir siyasi mühendislik marifetiyle yapmak tercih edilir. Kılıçdaroğlu’nun “tıpış tıpış gideceksiniz oy vereceksiniz” sözü de buraya oturuyor. Artık kendi tabanıyla arasında probleme dönüşüyor böyle olduğunda. Siz eğer siyasi mühendislikle yapıp sonra da tıpış tıpış derseniz yapmak istediğiniz o değişimle başka bir probleme yol açıyor. Bence zaten Kılıçdaroğlu’nun baştan beri temel problemi ikna edicilik vasfının giderek zayıflaması. Şimdi o zayıflığı da gösteren, bir genel başkan, bir siyasi lider “tıpış tıpış gidip oy vereceksiniz” diye kendi tabanına söylüyorsa bu, otoritesinin kendi liderliğinin sarsıldığının açık ifadesidir.

“TIPIŞ TIPIŞ” SÖZÜ HALKI KÜÇÜMSEMEKTİR

Bahçeli’nin çatı geometrisi kurulurken ve ortak aday belirlenirken esas olarak iki partinin toplam oyuna yaslanıldığını biliyoruz. Lakin bu hesap iki parti tabanında da hiç fire olmaması hesabına dayanıyordu. Halbuki İhsanoğlu’nun adaylığının CHP’yi böldüğünü, MHP tabanının Erdoğan’a İhsanoğlu’ndan daha yakın olduğunu da biliyoruz. Bu önemli bir hesap hatası değil mi?

Bu siyasi mühendisliğin temel hatası özellikle sağ muhafazakâr seçmeni ama genel olarak seçmeni küçümsemek. Kılıçdaroğlu’nun diline vuran şey bu küçümsemenin ifadesidir. Halk özellikle cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde uzak (27 Mayıs darbesi öncesi ve sonrası) ve yakın (2007 krizi) tarihi hafızasıyla, en son da 30 Mart öncesinde yaşanan krizle bunların cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik açık müdahaleler olduğunu gördü. O yüzden de blok halde davranmaya devam etti. AK Parti’nin arkasındaki bloklaşmanın temel sebeplerinden birisi de bu. Muhafazakâr seçmenin bu basireti, kararlılığı siyaset mühendisleri tarafından bir türlü görünmüyor. Tayip Erdoğan’a karşı zamanın medyasının manipülatif yayıncılığı da hep şuna dayanıyordu: “Korkutursak ona oy verecek seçmen de geri çekilir”.

HALKI KORKUTACAKLARINI ZANNEDİYORLAR

Şimdi de korkutmanın yeterli olmadığını anladılar ve benzer bir adayla o seçmenin ikna edilebileceğini düşündüler. Yine fonda korku pompalanıyor. Eğer Erdoğan seçilirse istikrar bozular, o yüzden sizi rahatsız etmeyecek bir adayı İhsanoğlu’nu seçin böylece istikrar da bozulmasın. Hatta İhsanoğlu da fark ettiyseniz kendisi seçildiğinde Başbakan Erdoğan da geri döndüğünde onunla iyi çalışacağını söylüyor. Böyle bir varsayımı var. Bütün bunlar temel hatalar. Bu hataların ilki seçmeni küçümsemek, ikincisi Türkiye’yi siyasi elitleri küçümsemek, üçüncüsü de Türkiye’deki yerleşmiş siyasi gelenekleri küçümsemek. Türkiye’deki siyasi mühendisler de çatı adayında yeniden bu hataları yaptı. Ama neticede sahici olarak değişmezseniz her seferinde abra kadabrayla şapkadan tavşan çıkarır ama başarısız olursunuz. 2007’deki siyasi mühendisliğin faturası 2014’te ödeniyor. Bugünün hatasının bedeli de 10 Ağustos’tan sonra ödenecek.

Kim ödeyecek bedeli?

Ben siyasi mühendislerin buradan ders çıkarmasından hiç umutlu değilim. Ama CHP ve MHP’deki siyasi elitler olup bitenlerden ciddi dersler çıkaracaklardır.

CHP TABANINI BU HALE BAYKAL VE MEDYA GETİRDİ

Başbakan Erdoğan vizyon toplantısında eski Türkiye’den devreden sorunlar başlığı altında muhalefetin iktidarsızlığını siyasetsizliğini de andı ve muhalefeti derleyip toplama işini ancak bu partilerin tabanlarının yapabileceğini söyledi. Sizce de öyle mi?

Bunun kolay olmadığını düşünüyorum. Tabanı bugün bu hale getiren özellikle CHP’nin Baykal dönemindeki siyasi politikaları ve onlarla hareket eden zamanın merkez medyasının yayınlarıdır. Bu medyanın şimdi biraz periferiye düşmüş figürleri aynı şekilde yayınlara devam ediyorlar. Dolayısıyla bu tabanın olup biteni gerçekçi şekilde analiz etmek yerine ideolojik refleksler verdiğini, bunların da gerçeklikle bağdaşmadığını görüyoruz. Tamamı değilse de CHP’de böyle bir taban var. Bu kesimin tamamı ikna edilemeyebilir ama CHP içinde değişime açık olan, değişimin kaçınılmaz olduğunu gören bir kesim var. Bu zümrenin cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra önü açılabilir. Ama orada da şöyle bir problem var. Değişime açık kesime denk gelecek şekilde CHP içinde bir siyasi elit yok. Mesela 70’lerde Ecevit CHP’yi kaba Kemalizm’den demokratik sol istikametinde değiştirdi. Ama sadece Ecevit değiştirmedi. Ecevit’in etrafında Mülkiyeliler Cuntası denilen bir aydın grubu vardı, bir takım dergiler gazeteler ve CHP’nin solunda daha radikal sosyalist bir hareket vardı. Bugün solda bu anlamda bir hareketlilik yok. Radikal sol da CHP’den farklı bir şey söylemiyor. Söyleyenler de ayrı bir kimlik içinde değiller. Mesela HDP içinde bir kesim var. Ama buralarda ciddi anlamda solu değiştirip dönüştürecek bir güç temerküzünün –ki sadece oy gücünden değil entelektüel ve söylem gücünden bahsediyorum- olmadığını görüyoruz.

ERDOĞAN’IN PARTİSİYLE ARASININ AÇILMASINI UMUYORLAR

Peki ne olacak? Şu anlamda: Halihazırda güçlü bir iktidar partisi var ve oyu yüzde 50 sınırına sabitlenmiş görünüyor. Güçlü bir lideri var, Çankaya’ya çıkacak ve partisinin illa ki güçlü şekilde var kalmasını sağlayacak tedbirleri almıştır. Öte yandan geçen yıl yaşanan bir tecrübe de var. Siyasi temsilini yetersiz bulan, CHP’den tatmin olmayan muhalif kesim Gezi’de dışarı çıktı ve haftalarca kontrolsüz muhalefetin risklerini yaşadık. Muhalefet bu kadar zayıfken ve güçlenecek görünmezken pekala bu böyle uzun yıllar devam edebilir, muhalefet de iktidar yüzü görmeyebilir. Böyle mi olacak yani?

10 Ağustos 2014’te Tayip Erdoğan seçilse bile sürecin tam anlamıyla bitmediğini düşünüyorum ben. 30 Martta ilk turu yapıldı, 10 Ağustosta ikinci turu, 2015 seçimlerinde de üçüncü turu yapılacak. Çünkü Erdoğan’ın vizyon belgesinde de ortaya koyduğu gibi, buradaki değişikliğin bir hükümet sistemi tartışması ve yeni anayasayla tamamlanması öngörülüyor. Bu da ancak 2015’te AK Parti’nin kendisinin veya Meclisteki kompozisyon itibariyle bunu yapabilecek bir koalisyonun içinde olabilmesi lazım. Bu olabilirse muhalefetin problemi dramatikleşecek. Olamazsa muhalefet bir süre daha aynı şekilde devam edebilir. Çünkü onlar şimdi Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasıyla daha önce Özal-ANAP, Demirel-DYP örneklerinde yaşanan örnek gibi, partisiyle arasının açılacağı bir süreç bekliyorlar ya da temenni ediyorlar. Ama bu temenniler, hep karşı tarafa dair. Kendi cephelerindeki problemleri görmezden geliyorlar.

30 AĞUSTOS SONRASI KURULTAYLAR BAŞLAR

10 Ağustos ve 2015 seçimlerini sonuçları bu durumda muhalefet partilerini nasıl etkiler?

2015 seçimleri parti içi muhalefetlerin yaşanacağı bir zemini oluşturuyor. 10 Ağustos seçimlerinde muhalefet anketlerde çıktığı gibi başarısız olursa parti içi muhalefet 2015 seçimlerini mi bekleyecek yoksa bir an önce kurultaylara giderek bir hesaplaşmayı mı tercih edecek? Muhtemelen 2015 seçimlerinden önce bunu temin etmek isteyecekler çünkü 2015’ten 2019’e kadar seçim yok. Dört yıllık bir istikrarlı zaman görünüyor ve bu, parti içi muhalefet açısından beklemek için çok uzun bir süre.

BAHÇELİ’NİN YERİ O KADAR SAĞLAM OLMAYABİLİR

Bu durum iki parti için de mi geçerli?

Evet. Bahçeli’nin yeri daha sağlam görünüyor ama siyasette öngörülemeyen şeyler de hızla olur. Daha önce Koray Aydın’ın beklenmeyen şekilde 500’e yakın oy alması gibi. Ama burada da şu var: Parti içi muhalefetin de temel açmazı şu ki parti içi muhalif kesimlerin, Başbakan Erdoğan’a AK Parti’ye daha sert tepki göstermek dışında bir siyasi önerisi yok. Bu durum Bahçeli ve Kılıçdaroğlu’nun elini kolaylaştırıyor.

Çatı aday fikri bizzat Bahçeli'den çıktığı halde MHP şu süreçte neden hiç görünmüyor? 

Muhtemelen önümüzdeki günlerde CHP güçlü olduğu yerlerde toplantılar yapacak çatı aday için ama MHP'den böyle bir şey gelmedi. Ama MHP zaten seçimlerde de çok fazla performans göstermiyor. Özellikle genel merkez açısından bakıldığında seçime yönelik bir çalışma görülmüyor. 10 Ağustos seçim sonuçları ortaya çıktıktan sonra muhalefet partileri arasında da işbirliği arayışları olacaktır. Partilerin kendi içindeki tartışmaları dışında.

İHSANOĞLU’NUN SİYASİ KARİYER PLANI

Sandıktan kamuoyu araştırmalarının sonuçlarına benzer bir sonuç çıkar ise çatı adayın oy oranı yüzde 35 civarında demektir. Bu oran İhsanoğlu’na seçim kazandırmayacak ama muhalefet partilerinin tek tek alamayacakları bir orana ulaşılmış olacak. Ekmel Bey siyasi bir kimlik değildi ama artık siyasi bir figür. Bu kadar oy almış bir figür olarak 10 Ağustostan sonra da siyasette var olur mu?

Politika dışından olmakla birlikte bu süreç onu politik bir aktöre dönüştürüyor. Başarılı olsun olmasın sürecin sonunda muhtemelen yeni bir kariyer planı yapacaktır. Kendisini destekleyenler de eğer bir karşılığı varsa ondan istifade etmek isteyeceklerdir. Dikkar edilirse MHP ve CHP dışında özellikle merkez sağ siyasetin tasfiye olmuş isimleri İhsanoğlu'nun etrafında görünür olmaya yöneldiler. Bu bakımdan İhsanoğlu da sık sık kendisinin Özal ile ve Demirel ile ilişkisinden bahsediyor. Bu manada merkez sağa yönelik yeni bir yapılanma ve onun da o yapılanma içinde olması muhtemeldir. Ama şu hatırlanmalı. 3 Kasım 2002'de merkez sağ AK Parti eliyle seçmen tarafından tasfiye edilidi. 2007'de de kalanlar cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde kendi yaptıkları hatalar yüzünden tasfiye edildi. Şimdi AKParti üç dönem kuralı nedeniyle kadrolarını yenileyecek. Dolayısıyla merkez sağın o profesyonelleşmiş siyasileriyle özdeşleşmekten uzaklaşacak. Hal böyleyken merkez sağın karşısına yeniden profesyonel isimlerin çıkması ne ölçüde cazip olacaktır ayrı bir tartışma konusu.

BAŞBAKAN KİM OLACAK?

Cumhurbaşkanının kim olacağı belli gibi ama başbakanın kim olacağı bilinmiyor. Bu durum sizin için de böyle mi?

Ben de bilindiğini düşünmüyorum henüz. Seçim sonuçlarını görmeden Tayyip Erdoğan gibi bir siyasi liderin buna karar vereceğini de zannetmiyorum. Oy oranın bölgelere, illere göre dağılımına bakacaktır. Sonuçların kompozisyonu onu belki başbakan adayının niteliği konusunda yönlendirebilir. Herkes şu an 10 Ağustosa dikkat kesiliyor ama sonrasında dikkat 2015 seçimlerine akacaktır. O yüzden de o seçimlere Erdoğan da AK Parti de en çok oyu alacak adayla gitmek isteyecektir. AKParti şu an teşkilatlarını yeniliyor. Sadece başarısız olanlar değil vasat başarı gösterenler de yenilenecek. Meclis grubu yenilenecek. Başbakan yenilenecek ama bu yenilik belki de öngörülmeyen isimle de mümkün olabilecek. Dolayısıyla oradaki yeniliğin ölçüsü ne olacak ya da eskiyi de çağrıştıracak bir isim mi olacak bunların değerlendirmesine bağlı bir karar çıkacak. Lincoln diyor ki “seçimler kurşundan etkilidir".

İKİ PARTİLİ SİSTEME DOĞRU MU?

Son sorum: Halihazırda kamuoyu araştırmalarına ve son seçim sonuçlarına göre seçmenin oyu yüzde 50 bir tarafta blok halinde. Diğer tarafta da, 30 Martta örtülü şekilde, halen açıkça güçlerini birleştiren iki muhalefet partisi var. Eski yeni vesayetçi yapılar keza. Bunların toplamı yüzde 50 etmese de bloklaşma eğilimi ve pratiği somut. Cumhurbaşkanlığı seçimleri yüzde 50'yi arayan bir seçim ve bu seçim her 5 yılda bir yapılacak. Dolayısıyla ilerleyen yıllarda bu durum partileri birleştirir, Türkiye’yi de iki partili bir sisteme doğru mu evriltir mi?

İki parti olur mu bilmiyorum ama cumhurbaşkanı seçimleri Türkiye sistematiğnde iki şeye yol açacak. Bir, domino etkisi olacak ve anayasa mimarisinde bir taşı harekete geçirecek. İki, anayasadan bağımsız olarak siyaset yelpazesinde bir domino taşı harekete gelecek. Bu ittifakla da ilk etkisini gösterdi. Ki bundan 5-10 yıl önce kabul edilebilir bile değildi. Bu sonucun kimlikleri değiştirip dönüştüreceğini öngörebiliriz. Küçük partileri özellikle.