İsmail Erdoğan... O, çok medyatik olmasa da öyle bir markası var ki, o marka Türkiye’de her eve mutlaka bir şekilde girmiştir. Yarım asırdan fazla bir zaman önce bir hırdavat dükkanında el feneri üretimiyle başlayan ancak Çin’e yenilerek hayal kırıklığıyla sonlanan hikaye, bugün Çin dahil dünya mutfaklarında kullanılmasıyla devam ediyor. Yurt içinde 825 satış noktasında, yurt dışında 32 ülkede yerini alan Hisar Paslanmaz Çelik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı İsmail Erdoğan, 2016 yılına kadar Afrika ve Güney Amerika ülkelerinde daha etkin olmayı planladıklarını söyledi. 44 yıldır çeliğe şekil verdiklerini anlatan Erdoğan, 10 yıl sonunda dünyada alanında ilk 10 marka arasına girmeyi planladıklarını söyledi. Erdoğan’la hikayesini, projelerini ve sektörü konuştuk.
-Yarım asırı geride bıraktınız neredeyse. Hikayeniz nasıl başlıyor?
Konya Doğanhisarlı’yız biz. Markamızın adı da oradan geliyor. Bundan yaklaşık 70 yıl önce ailenin ticari hayatı Akşehir’de başlıyor. İlk durak, küçük bir hırdavat dükkanı. İşin mimarı ise rahmetli babam Muzaffer Erdoğan ve sonradan ona katılan amcam Ayhan Erdoğan. Daha sonra ben 5 yaşındayken 1959 yılında İstanbul’a geliyorlar ve işlerini burada sürdürüyorlar. Hırdavatçılığın yanı sıra pazardaki ihtiyaçtan dolayı el feneri üretmeye başlıyorlar. Piyasada o dönemde de Çin’den gelen çok ucuz ve kaçak ürün var. Fenerler maliyeti bile kurtarmıyor onlar da yeni yatırımlar düşünüyorlar. Küçük bir pazar araştırması yapılıyor ve ihtiyaç olduğuna kanaat getirilen çatal bıçak üretimi 1968 yılında başlıyor. 1983 yılında da tencere üretimi geliyor. Gittikçe işler büyüyor ve bugünlere geliyoruz. Şu anda da ben ve kuzenim Selim Erdoğan ikinci kuşak olarak aldığımız bayrağı taşıyoruz. 3’üncü kuşak da yetişiyor bir yandan.
-Sizin iş hayatıyla tanışmanız nasıl oldu?
İlkokulda iş hayatıyla tanıştım. Babam beni hiç boş bırakmazdı. Tahtakale okulunda okudum diyebilirim. Tezgahta hırdavat ürünleri satardım hatta sattığım her şeyin kâr olduğunu zannettim bir süre. Avusturya Lisesi’nde okudum. Bu arada resim yapmaya ilgim vardı, bu konuda eğitim almak istiyordum ama ailem istemediği için olmadı. Çok başarılı bir öğrenci de değildim. Yurt dışında öğrenim görmeye karar verdim. Almanya’ya gitmek istedim ama ailem karşı çıktı. Üniversitede işletmeyi kazandım ama en keyif aldığım konu hep tasarım oldu. Üniversitede okurken de hep işin içindeydim. Kolileri bağlardım, angarya işler benimdi. O zamanlar her ürettiğimizi sattık, ürün çeşitliliği gibi bir ihtiyaç yoktu piyasada. Ta ki, 80’li yıllarda ithalat furyası başlayana kadar...
-Çatal-bıçak-kaşık denince ilk akla gelen markasınız. Oysa işiniz bununla sınırlı değil. Şimdi neler yapıyorsunuz anlatır mısınız?
Ürünlerimizi, tencere, kaşık-çatal-bıçak, cam ürünleri, porselen ve aksesuar olmak üzere sınıflandırıyoruz. Kuruluşumuz 70 yıl öncesine kadar gitse de 44 yıldır çeliğe şekil veriyoruz. Esenyurt’taki 25 bin metrekarelik fabrikamızda çalışıyoruz. Yılda 12 milyon adet çatal, bıçak, kaşık üretiyoruz. İşin gastronomi kısmı da var tabii. Restoran ve otellerin yüzde 35’inde de bizim ürünlerimiz kullanlıyor.
-Yurt dışında da bir çok noktada varsınız. İhracatla ilgili neler söylersiniz?
Almanya’dan Azerbaycan’a, Çin’den BAE’ye kadar 32 ülkeye ihracat yapıyoruz. Herkesin Çin’e mal almaya gittiği bir dönemde bu ülkeye ürün satıyor olmak bence çok önemli. Türkiye’de bin 200 satış noktasına ulaştık. Yatırımlara hız kesmeden devam edeceğiz. Yurt dışında da Mısır, Moğolistan ve Suudi Arabistan’da mağazalarımız var. Şimdi ABD’nin alanında önde gelen bir firmasıyla ortak çalışmaya başlıyoruz. Onlar için kendi markamızla üretim yapmamızı istediler, ilk sevkiyatı da yaptık. Toplam ihracatımızın yüzde 22’sini çatal-bıçak-kaşık grubu oluşturuyor.
-Yakın zamanda Turquality desteğini de aldınız...
Sektörümüzün ilk Turquality belgesini biz aldık. Bu bize ciddi ve olumlu bir sinerji getirecek. 32 ülkeye gerçekleştirdiğimiz ihracatla birçok Avrupa, Amerika ve Ortadoğu ülkesinde tanınan markamız, Turquality programının desteği ile daha çok ülkede daha fazla noktaya ulaşacak. Yurt dışı pazarlara yönelik hedefimiz özellikle Almanya, Mısır, Azerbaycan ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde öncelikli olarak mağazalaşmak. Mevcut pazarlarda da büyüyeceğiz.
-Hedef ve projelerinize ilişkin neler söylersiniz? Bundan sonra neler yapmayı planlıyoruz?
Öncelikle 10 yıl içinde dünyanın tanınan ve ilk 10 markası arasında yer almayı hedefliyoruz. 2016 yılına kadar her yıl 10 adet mağazayı franchise vererek açmayı hedefliyoruz. O zamana kadar yurt dışında 64 mağaza ve 150 corner açmayı planladık. Almanya, İspanya, Azerbaycan, Suudi Arabistan ve Mısır’ın da aralarında olduğu toplam 32 ülkeye ihracat yapıyoruz. 2016 yılına kadar Afrika ve Güney Amerika ülkelerinde daha etkin olmayı planlıyoruz. 8Bir masaya oturduğunuzda hemen çatal bıçaklara mı bakarsınız?
Masaya oturunca ilk dikkat ettiğim şey meslek icabı tabii ki çatal bıçak oluyor. Genelde arkasını çevirip bakmam kendi ürünümü tanırım. Eğer çok dikkatimi çeken bir tasarımsa incelerim.
-İş dışında neler yapıyorsunuz?
Gezmeyi severim, iş seyahatleri çok yoğun bu vesileyle gezmiş de oluyorum. Yürüyüş yaparım vakit buldukça ve yüzerim. Dağ ve deniz kayağı da yapıyorum. Eş dost sohbetleri beni dinlendiriyor o nedenle zaman buldukça dostlarımla olmaya çalışıyorum.
Kabahat çizilen porselende değil kalitesiz bıçaktadır
Çok fazla girdi oldu pazara. Tam bir ithalat furyası yaşanıyor. Özellikle Uzakdoğu ürünleri doldurdu piyasayı. Bunlar genelde kalitesiz ve sağlıksız. O yüzden ucuza kaçmamak lazım. Örneğin bıçakların kesici yanı porselenin sertliğinde olmalı. Porseleni çizmez kaliteli bıçak. Genelde de kabahat porselene bulunur ama burada suçlu bıçaktır. Biz de bu nedenle bıçaklarımızın sertlik düzeyini porselene göre ayarlıyoruz. Üretimlerimizde Avrupa’dan ithal ettiğimiz çeliği hammadde olarak kullanıyoruz. Kullandığımız hammadde analiz raporlarıyla birlikte geliyor. Mecburen çeliği belli firmalardan alıyoruz çünkü kullandığımız çelik Türkiye’de üretilmiyor. Kaliteyi belirleyen paslanmaz çeliktir çünkü. Doğru seçim için ağırlık da kriter olabilir ama çeliğin kalitesini tüketici bilemez, o nedenle çok ucuza satılan ürüne rağbet etmeyerek önlem alabilir.
Önce tsunamiden sonra Sandy’den kurtuldum artık tatillerde evdeyim
2004 yılında Güney Asya’yı vuran depremde Tayland’ın Phuket Adası’ndaydım. Depremi duymadığımızdan tsunamiden de habersizdik. Kumsalın üzerindeki restoranda sabah kahvaltısı yapacaktık. Biraz geç olmuştu ve herkes şezlonglara havlu koymuş yer kapmıştı. Ben de ‘havlu bırakayım yoksa hiç yer kalmayacak’ dedim. Eşim ise ‘zaten geç kaldık kahvaltımızı yapalım’ diyerek bana engel oldu. Bu diyaloğun bizi ölümden kurtardığını sonradan anladık. Deniz o sabah 200 metre daha gerideydi. Sonuçta okyanusun ortasındaydık ve gel-git olayı yaşıyoruz diye düşünüyordum. Her şey çok normal görünüyordu, oteldeki müşterilerden bazıları çekilen suyun bıraktığı kabuk ve deniz yıldızlarını topluyordu. Oysa korkunç bir felaket bize yaklaşıyordu o sırada. Bir anda herkes içeriye doğru var gücüyle koşmaya başladı. Ne olduğunu anlamadan biz de onların arasında karıştık ve dışarıda bekleyen kamyonete zoraki bindik. Bizi yüksek yerlere götüren kamyonetle kurtulduk. Gerimizde çok büyük bir enkaz bırakmıştık. Benzer bir felaketi geçtiğimiz haftalarda New York’ta yaşadık, Sandy kasgırgasına yakalandık. Artık tatillerimi evde geçireceğim sanırım.
Babam ‘Güzel Sanatlar’da okumamı istemedi ben de şimdi tasarım yapıyorum
Tasarım yapmayı çok seviyorum. Küçükken de resim yapmayı çok severdim. En büyük hayalim Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde tasarım okumaktı. Bu bölümün önemi o zamanlar tam bilinmediğinden babam istemedi. Şu anda İtalyanlar’ın da arasında olduğu bir tasarım ekibimiz var ancak ben de tasarım yapmaktan kendimi alamıyorum. Ürünlerin tamamına yakınına elim değer. Ödül aldığım bir tepsi ve çaydanlık tasarımım da var. Genelde ihtiyaçlardan doğuyor bu ürünler. Örneğin çelik tepsinin ortasına deri materyal yerleştirdik çizilmeye karşı. Çaydanlık ise buhar damlatmayı ve demlik kapağının düşmesini engelleyecek şekilde tasarlandı. Ancak bu işte tasarım tescilini yapmak, patent almak farketmiyor. en büyük sıkıntımız taklitler, davalar açılıyor ama sonuç olmuyor.
Besin değerini koruyarak yemek pişirmenin sırrı çelik tencerede saklı
Yemek yapmak bir sanattır. Bu nedenle pişirmenin püf noktalarına dikkat etmekte fayda var. Yemeklerin lezzetini tam olarak ortaya çıkarmak için lezzeti bozacak bir şeyin yemeğe karışmaması gerekir. Bu da ancak paslanmaz çelik tencereyle mümkün. Bunun için de pişirmenin başlangıcında ısıyı maksimum seviyede kullanmak gerek. Kapaktan buhar çıkmaya başladığında ısıyı iyice kısıp minimum seviyeye getirmelisiniz. Yemeğinizin vitamin, mineral gibi besin değerlerini muhafaza etmesi için kapaktan buhar çıkmasını ısıyı iyice kısarak sağlayabilirsiniz. Kapaktan çıkan fazla miktarda buharla birlikte yemek tüm besin değerlerini kaybeder, bunu unutmamak lazım. aksi tatirde yemek susuz bir posaya dönüşür. Pişirme esnasında kapağı kaldırmadan yemeği kendi suyuyla pişirdiğinizde ise sonuç harika bir lezzettir. Paslanmaz çelik tencere ve tavalar çok güvenlidir. Çünkü pişirme esnasında yüksek sıcaklık seviyesi gerektirmez. Isıdan ve zamandan en az yüzde 50 tasarruf sağlayabilirsiniz. Çelik kimyasallarla etkileşime girmediğinden yemek pişirmek için sağlıklı seçimdir.