19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Ticaret savaşı mı siber savaş mı?

AYBAR: Bugüne dek bastırılan ama şimdi jeo-politik bir güç çekişmesi olarak açığa çıkan bu savaş, bilişim ve iletişim teknolojileri üzerinden kurgulanan bir savaş. Çin’in yarı iletken üretimden yapay zekaya kadar geniş bir yelpazede varlık göstermesi, bazı alanlarda üstünlüğü ele geçirmesi Batı’da endişeyle karşılanıyor. Bunun küresel dengelerle bağlantısı da açık.

FADİME ÖZKAN10 Aralık 2018 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Ticaret savaşı mı siber savaş mı?

Çin'e karşı bir ticaret savaşı başlatan ABD, Eylül ayından itibaren çok kapsamlı gümrük vergilerini devreye soktu, Çin de ABD'ye yeni vergilerle misilleme yaptı.

ABD Başkanı Trump ile Çin Devlet Başkanı Şi Jinping G20 görüşmesinden de 90 günlüğüne yeni vergi konmaması çıktı. Bir anlamda 90 günlük ateşkes…
ABD-Çin ticaret savaşı dediğimizde tam olarak neden bahsetmiş oluyoruz?

Bu savaşın ne anlama geldiğini açıklayabilmek için ilk önce Donald Trump idaresi altındaki Amerika’nın küresel düzlemde aldığı vaziyeti anlatmamız gerekiyor. Çünkü, Ticaret Savaşı denilen gelişim çok daha büyük bir projenin, yeni küresel duruşun, Amerikan hegemonyasının devamı için geliştirilen tahayyülün bir parçası.

Biliyorsunuz, ABD Başkanı Donald Trump, 2016 yılındaki seçim kampanyasında “Önce Amerika” sloganıyla ortaya çıktı ve yapılan tahminleri boşa çıkararak seçimi kazandı. Yönetimi devir aldığı 2017 Ocak ayından itibaren Amerika’yı kayıran bir takım iktisadi politikalar uygulamaya başladı. İlk olarak Amerikan şirketleri için vergileri yüzde on dört gibi bir oranda, ciddi miktarda azalttı. Yurtdışında üretim yapan Amerikan menşeili şirketleri ABD’ye geri dönerek üretim yapmaları için teşvik etti, bu çağrıya uymayanları ise cezalandıracağını vurguladı.

 

ABD’NİN ULUSAL GÜVENLİK STRATEJİSİ

Başarılı oldu mu bu politika?

Uygulanan bu politikaların bir yerde başarılı olduğunu da söyleyebiliriz. Amerika’da işsizlik düşmeye başladı, özellikle Hispanikler ve Afrika kökenli Amerikalılar arasında istihdam daha da hızlı arttı, iktisadi büyüme gerçekleşti, çalışanların satın alma gücü büyüdü, borsa yükseldi…

Tüm bunlar gerçekleşirken, Donald Trump idaresi Aralık 2017’de ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisini açıkladı. 2020’ye kadar sürecek bu strateji, sadece silahlı kuvvetlerin bütçesini arttırmakla kalmıyor aynı zamanda ABD’nin küresel rakiplerini de açıklıyordu: Çin ve Rusya. Bu belgede vurgulanan konu; gerekirse ABD’nin çıkarlarını savunmak için askeri güce başvurabileceğiydi.

İşin başından beri Trump başta ticaret rejimi olmak üzere var olan küresel düzenlemelerin ABD’nin aleyhine olduğunu iddia ediyordu. Özellikle Çin’in ABD’nin kaynaklarını, teknolojisini kullanarak, bunları kendisine Amerika’da okuyan doktora öğrencileri aracılığıyla aktarıp, daha üstün teknoloji yaratmaya zemin hazırlayarak, haksız rekabet avantajları ele geçirdiğini söyleyerek eleştirmeye başladı. Bu durum böyle devam edemez diyerek ticaret savaşı ilan etti.

Bu ticaret savaşının boyutları nedir? Nasıl bir rekabetten bahsediyoruz?

Ticaret Savaşının kapsamı Amerika’nın Çin’den ithal ettiği mallara uyguladığı gümrük vergileriydi. 2017 senesi itibariyle ABD’nin Çin’den yaptığı ithalat 504 milyar dolar iken Çin’e yaptığı ihracat 130 milyar dolar seviyesindeydi. Yani Amerika aleyhine olan 376 milyar dolarlık bir ticaret idi söz konusu rahatsızlığın temeli. Trump bu dengesizliği gidermek için Çin’den ithal edilen mallara gümrük vergisi uygulayacağını ve bunu da kademeli olarak yapacağını açıkladı. 23 Mart 2018’de bu savaşı başlattı. İlk olarak çelik ve alüminyum ithalatına 3 milyar dolarlık bir gümrük uygulayarak kısıtlama getirdi. Çin, 2 Nisan’da ithal ettiği domuz, şarap ve boru gibi Amerikan mallarına uyguladığı 3 milyar dolarlık gümrük vergileriyle cevap verdi. Böylece ABD ile Çin arasında Ticaret Savaşı başlamış oldu.

ABD, 3 Nisan’da uyguladığı gümrük vergisi miktarını 46 milyar dolara, Çin ise 50 milyar dolara çıkarttı. ABD 5 Nisan’da gümrük uygulanan listeyi daha da genişleterek gümrük uygulanacak malların miktarını 100 milyar dolara çıkarttı. 15 Haziran’da 50 milyar dolar daha artan bu miktara karşılık Çin 16 Haziran’da 50 milyar dolarlık gümrük duvarıyla karşılık verdi. ABD, 6 Temmuzda arttırdığı 34 milyar dolar mukabil Çin aynı günde aynı miktarda gümrük duvarı empoze etti. Amerika Çin’den, elektronik aletler, makinalar, mobilya, tekstil, taşıtlar, oyuncak, ayakkabı ithal ederken, Çin Amerika’dan uçak, otomobil, makinalar, tohum yağları, mineral yakıtlar, elektronik, plastik gibi malları ithal ediyor. Amerika ikinci aşamada Çin’den ithal edilen elektronik aletlere gümrük vergisi getirdi. Çin buna soya fasulyesi, otomobil ve kimyasallara koyduğu gümrük vergileriyle karşılık verdi.

 

ABD’NİN İSTEĞİ ÇİN’E DİZ ÇÖKTÜRMEK

Hedefi ne Trump’ın? Bu kadar iç içe geçmiş bir dünyada ticari rakipler ticari partnerler değil midir aynı zamanda? Evet, “önce Amerika” diyor ama rakibini bitirmek mi istiyor yoksa caydırmak mı?

Ticaret Savaşı’nın hedefi Çin’in takatini kesmek, onu diz üstü çökertmekti. ABD ve Çinli liderler, Aralık 218’de Arjantin’de toplanan G 20 zirvesinde resmi ikili görüşmede sürdürülen bu ticaret savaşına 90 gün için ara verilmesine karar alındı.     

 

TİCARET SAVAŞI MI SİBER SAVAŞ MI?

Bu iş nereye varır peki? Dünyanın en büyük iki ekonomisi arasında yaşanan ticaret gerilimi küresel dengeleri nasıl etkiler?

Bu işin nereye varacağı sorusu önemli bir soru. Çünkü, G 20 Zirvesinde liderlerin aldığı Ticaret Savaşını dondurma kararının ardından, bu işin soğuyacağı düşünülürken, Çin Halk Cumhuriyetinin en büyük küresel şirketlerinden elektronik devi Huawei’in kurucusunun kızı ve aynı zamanda şirketin CFO’su olan Meng Wanzhou’nun Kanada’da tutuklanması dünyada şok etkisi yarattı. Bu gelişme ticaret savaşını bir başka savaşa, siber savaşa çeviriyor.

Bu tutuklama aslında işin boyutlarını göstermesi ve ABD ile Çin arasındaki Ticaret Savaşının nereye varacağı sorusunun cevabına temel oluşturması açısından önemliydi. Bu savaşın sadece ticarete konu olan mallarla ilgili olmadığını bu savaşın başka boyutları olduğunu da gösteriyordu, bu tutuklama. Kanada derhal tutuklamayı ABD’nin isteği üzerine yaptığını açıkladı. Bu tutuklamanın ardında ise Huawei şirketinin ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımları deldiği suçlaması var. Öte yandan, yaratacağı sonuçlar itibariyle baktığımızda farklı bir görüntü ortaya çıkıyor. Çin’in teknolojik üstünlüğü ele geçirme olasılığının artmasıyla gelen endişeler yüzünden, ara verilmiş olan ticaret savaşının bundan böyle fikri mülkiyet alanında sürdürüleceğine işaret ediyor bu tutuklama.

 

KÜRESEL DENGELERLE DOĞRUDAN İLGİLİ

Siber savaş, teknolojik üstünlük rekabeti bahsini biraz açalım isterim?

İşte bu yüzden bu tutuklama ticaret savaşının ötesinde ama onunla da bağlantılı olarak teknolojik üstünlük sağlama amacıyla başlatılmış başka bir alanda gerçekleştirilen bir savaşın başlangıcını simgeliyor. Bugüne kadar bastırılan ama şimdi jeo-politik bir güç çekişmesi olarak açığa çıkan bu savaş bilişim ve iletişim teknolojileri üzerinden kurgulanan bir savaş. Çin’in yarı iletken üretimden yapay zekaya kadar olan yelpazede varlık göstermesi, bazı alanlarda üstünlüğü ele geçirmesi Batı’da endişeyle karşılanıyor. Bunun küresel dengelerle bağlantılı olduğu da çok belli.  

Bu savaş doğrudan siber güvenlik ile ilgili. Sinek drone’lar, insansız otonom silahlar, robot askerler… ve tüm bunlara hükmeden bilişim altyapısının gelişkinlik düzeyi. Bu altyapıya sahip olan, bu savaşın galibi olacak gibi duruyor. Bayan Meng Wanzhou’nun tutuklanması, endişeli ABD’nin, Çin’e karşı başlattığı siber odaklı savaşın açık ilanı anlamına geliyor. Onun için ticaret savaşı şimdi siber alana, teknoloji ve dijital savaşa dönmüş durumda.

 

ENDÜSTRİ-4 DEVRİMİ VE ÇİN’İN POTANSİYELİ

Durum ne peki?

Küresel ölçekte telekom ve bilişim altyapısına 5G üstünlüğü üzerinden sahip olması Komünist Partiye yakınlığıyla bilinen firmanın dünya ölçeğindeki bilgiyi aletlerinde kullanacağı bazı cihazlarla Çin’e aktarabileceği söylentilerini de tetikliyor. İngiltere ve Kanada’nın istihbarat örgütleri bu konudaki endişelerini açıkladılar. Yeni Zelanda ve Avustralya bazı Huawei kitlerini almayacağını, yasaklayacağını duyurdu. Almanya ve Fransa ise Huawei ürünlerinin ülkelerinde serbestçe satılabileceğini duyurdular. Tabii asıl konu, önümüzdeki dönemde kullanılacak teknolojinin, robotlar, yapay zeka, big data ve birbirleriyle konuşan bilgisayarlar üzerinden başlaması düşünülen Endüstri 4 devrimine Çin’in hakim olma olasılığının artmış olması. Önümüzdeki dönemde G5 teknolojisini Nokia ve Ericsson ile birlikte dünyada sağlayan ana firma olmaya aday.

 

ÇİN BİLİŞİMDE ABD’Yİ ÜRKÜTÜYOR

Amerikan menşeili şirketlerin belli alanlarda siber güvenlik tehdidi algısını yaratıyor olması, Huawei’nin ele geçirdiği teknolojik üstünlük sayesinde bu tehdidin aşılabileceği, şirketin küresel pazar payını da arttırdı. Başta Almanlar olmak üzere Avrupalı şirketler 2000’li yıllardan itibaren Amerikan şirketlerine karşı önlem almaya başlamışlardı.

ABD, Huawei’nin bu şekilde eşitsiz ve sıçramalı gelişmesini, Trump idaresi altında bugüne kadar yürüttüğü ticaret savaşıyla engellemesinin mümkün olmadığının farkına vardı. Üstüne üstük bu ticaret savaşı kendisinin kayırdığı sektörleri de olumsuz etkilemeye başlamıştı. Ayrıca, Çin, ticaret savaşına rağmen ihracatını 2018’de geçen seneye göre yüzde 10 arttırdı. Bunda, Facebook, Google, Microsoft gibi Amerikan firmalarının rakibi olan Huawei gibi firmaların payı büyüktü. Çin bilişimde ABD’yi ürkütecek düzeyde mesafe almaya başlamıştı.

 

ÇİNLİ ÖĞRENCİLERE KISITLAMA GELDİ

Başkan Trump, başta doktora yapanlar olmak üzere Amerika’da araştırma yapan Çinli öğrencilerin laboratuvar ve kaynak kullanımına kısıtlamalar getirdi. Amerikan idaresi Çin’den gelen öğrencilerin bu kaynakları kullanarak edindikleri bilgiler üzerinden kendi ülkelerinde daha ileri teknoloji üretebildiklerine inanıyordu. Bunun engellenmesinin bir uzantısı da teknoloji şirketlerini bu savaşın bir parçası yapmaktan geçecekti.

Komünist Parti’nin de en üst düzeyde temsil edildiği bu teknoloji devi şirket kısa sürede pek çok Amerikan ve Avrupalı elektronik devi firmanın pazar paylarını da ele geçirmeyi başardı. Birçok Batılı operatörün Huawei’ye dönmesini sağladı. Çin bankalarının da desteklediği Huawei, Kanada devi Nortel’in devre dışı bırakılmasından, Amerikan Lucent ile Alcatel’in ayakta kalabilmek için birleşmelerinden, Ericsson ve Cisco’nun gerilemesinden sorumlu tutuldu. Huawei küresel telekom altyapısının çoğunu ele geçirdi. Türkiye’nin telekom altyapısının yüzde 80’e yakını da Huawei’dir.

 

YENİ MODEL ARAYIŞI VE KÜRESEL GERİLİM

Trump'ın korumacı politikalarına karşın Jinping, küresel serbest ticaret sisteminin saldırı altında olduğu uyarısında bulunuyor. Küresel anlamda bildik bir sistem tartışması mı tekrarlanıyor yoksa artık bir sistem değişimi zamanı mı geldi?

Trump korumacı politikaları, Amerika’daki bazı kesimleri kollamak ve kayırmak için uyguluyor. Özellikle finans sektörü, imalat, petrol ve kaya gazı şirketleri, tarım kesimindeki lobi, Trump’ın arkasında duran ve onu destekleyen sektörler. Trump şirketler kesimini eşitsiz düzeyde ayrıcalık tanıyıp kayırdığı için de eleştiriliyor. Ancak bütün bunlar ABD’nin Trump idaresi atında küreselleşmeden veya küresel hegemon olmaktan vaz geçtiği anlamına gelmiyor.

Çin’in ABD’nin dünya üzerinde sürdürdüğü ekonomik tasalluta karşı cevabı Tek Kuşak Tek Yol İnisiyatifi ile oldu. Bu proje, geleneksel İpek Yolunu canlandırmayı öngörüyor. Çağdaş uygulama Çin’in Xian’ından başlayan Kara İpek Yolu ile Guanzhou’dan başlayan Deniz İpek Yolu’nu öngörüyor. Buna inisiyatife göre güzergah üzerinde bulunan ülkelerde alt-yapı hizmetlerinin güncellenmesi, hızlı demir yollarının inşası, yeni limanlar ve hava alanları açılması bulunuyor. Yetmiş ülkeyi kapsayan devasa proje, hem akıllı şehirler yaratmayı hem de dünyanın pek çok az gelişmiş bölgesini küresel piyasalarla entegre etmeyi hedefliyor. Bu haliyle, Pasifik Okyanusunu Atlantik Okyanusuna bağlayacak olan proje Çin’e çok ciddi bir kaldıraç, bir jeo-politik üstünlük sağlıyor. Bu çizgi üzerinde bulunan enerji koridorları üzerinde yaratılan gerginlikler biraz da Çin’e bu küresel avantajı vermemek üzerinden şekilleniyor. Körfez’de Katar Krizi, Kudüs, Suriye, Doğu Akdeniz, İran gerilimleri bununla ilgili okunabilir. Bu gerilimler üzerinden oluşturulmaya çalışılan güç dengeleri ve ittifaklar aslında bugüne kadar uygulanmakta olan modelin ne kadar sorunlu olduğunu da gösteriyor. Bu yüzden yeni bir model arayışı, eskisinin getirdiği sorunları çözecek bir oluşumun tahayyülü, önemli entelektüel çabalar olarak önümüzde duruyor.  

 

MEVCUT ULUSLARASI SİSTEM HEM KÖHNE HEM KADÜK

İngiltere 2016'daki referandumla birlikte AB üyeliğinden ayrılma (Brexit) kararı aldı. “Önce Amerika” diyen Trump aynı yıl ABD Başkanı seçildi. Avrupa'da milliyetçilik yükseliyor, Brezilya'da da aşırı sağcı Bolsonaro Devlet Başkanı seçildi. Yani dünyanın hemen her yerinde bir içe çekilme, içe kapanma yaşanıyor. Farklı ülkelerde seçmenler ekonomik milliyetçiliğe destek veriyor. Bu ne anlama geliyor?

Dünyada yükselen milliyetçilik ve aşırı sağ yeni bir model önerisiyle gelmiyor. Dünyanın bugün ulaştığı teknolojik birikim ve dönüşüm dinamikleri nezdinden baktığımızda popülist söylemin içinden bir alternatif model çıkartmak çok güç. Entelektüel bir sığlık içinde olan aşırı sağın da işi çok zor. Sol zaten gündemden düşmüş, dünyayı anlama konusunda ciddi sıkıntılar içinde.

Ama geçmiş dönemin kurumsal yapıları, özellikle uluslararası sistemin kurgusu bugünkü dünya sorunlarına cevap vermek için çok köhne. Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere pek çok kurum kadük kalmış durumda. Bu biraz da dünyada değişen iktisadi dengelerle ilgili. Küresel ısınma, iklim değişiklikleri, doğal afetler, ciddi bir reform gerekliliğini dayatıyor. Çölleşme, göç, artan yoksulluk ve terör, popülist söylemi de besliyor bu doğru ama o kadar. Bu söylem hem solda hem de sağda bir alternatif üretemiyor.

 

BREXİT KARARI “YENİ GLOBAL BRİTANYA” İÇİN

Brexit bu anlamda İngiltere için kendi göbeğini kesme, kendi yolunu çizme, dünya ile nasıl bir ilişki geliştireceğine kendi başına belirleme kararı. Kurumlarını hantal, bürokratik, aşırı toplumcu bularak daha etkin bir modeli oluşturmak için ayrılıyor İngiltere AB’den. Bu ayrılışa üzülenler elbette var İngiltere’de ama Brexit’ten çıkmanın İngiltere’nin hayrına olacağını düşünenlerin sayısı da az değil.

Bunlar ilk başlarda gerçekleşecek daralmanın daha enerjik ve aktif bir Global Britanya tarafından kısa sürede olumlu getiriler sağlayacak bir duruma evrileceğini de düşünüyorlar. Dünya bir yerde ikili ilişkiler çerçevesinde kurgulanan, hibrid ilişkiler geliştiren ulus devletlerle, küresel hegemonik duruşu olmazsa istisnai olamayacak ülkelerin çekişme alanı gibi bir görünüm veriyor. İkinciler çok da statükonun korunması taraftarı değiller. Bunlar vekalet savaşları yürüterek sınırları değiştirebileceklerini, statükoyu yeniden tanımlayabileceklerini düşünüyorlar.

ABD bu ülkelerden biri. İngiltere bir başkası. Rusya her ne kadar statükonun korunma yanlısı gibi görünse de benzeri refleksler geliştiriyor. Çin’in konumu biraz daha farklı. Çin kendi bekası açısından bu tür statükoyu dağıtan gelişmelere çok da yakın durmak istemiyor.

 

ULUS DEVLETİN BEKASI SERT VE YUMUŞAK GÜCE BAĞLI

Biraz önce konuşulan, dijital teknoloji, yapay zeka, robotikler, big data kullanımını mümkün kılan teknolojilerin kullanımı ve Endüstri 4 adı verilen devrimi getirecek çalışmalar ve bunlar etrafında oluşan çatışmalar ise dünyayı ulus devletler sistematiği üzerinden anlamamızı engellediği gibi, ulus devletler sistematiğini de engelleyen unsurlar. O yüzden ulus devlete devam etmek, bekasını sağlamak sert gücün sağlam olmasına, onu destekleyecek yumuşak gücün de etkili olabilmesi için iyi yetişmiş, yaratıcı, girişimci insan gücüne ihtiyaç olduğu çok açık.

 

SEDAT AYBAR KİMDİR?

Prof. Dr. Sedat Aybar, Master ve Doktora’sını Londra Üniversitesi, SOAS’da, Kalkınma İktisadı ve Finans dalında, Lisans’ını Dokuz Eylül Üniversite’si İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İktisat dalında tamamladı.

İstanbul Aydın Üniversitesi, Ekonomi ve Finans Bölümü Başkanı.

Bu üniversitede, Afrika Araştırmaları ve Uygulamaları Merkezi ile Çin Araştırmaları ve Uygulamaları Merkezi Müdürü. Türkiye’de bir üniversite bünyesinde Afrika’yı konu alan ilk Araştırma ve Uygulama Merkezini 2006 senesinde, aynı şekilde bir üniversite bünyesinde ilk Çin Araştırmaları Merkezini 2015 senesinde kurdu.

İstanbul Aydın Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi bilimsel yayını olan “Florya Chronicles of Political Economy” Dergisinin kurucusu ve editörü.

Uluslararası Ekonomi, Banka ve Finans, İktisadi Kalkınma, Merkez Bankası Bağımsızlığı, Göç, Çin ve Afrika Ekonomileri, Türkiye Ekonomisi gibi alanlarda pek çok araştırması ve yayını bulunuyor.

İngiltere’de Londra Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalıştı. Güney Kore, Çin, Polonya, Güney Afrika Cumhuriyeti, ABD gibi ülkelerde davetli öğretim üyesi olarak görev yaptı.

Öğretim üyeliğinin yanısıra, Asya Kalkınma Bankası (ADB), Denizaşırı Kalkınma Ajansı (ODA) ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) gibi kuruluşlara ve Azerbaycan, Moldova, Özbekistan, Tanzanya, Güney Afrika Cumhuriyeti, Etiyopya gibi ülkelere danışmanlık, New York, Fordham Üniversitesi ile Kadir Has Üniversitesinin ortaklaşa düzenledikleri Executive MBA Programının yöneticiliğini yaptı. Londra Üniversitesi, SOAS’da, kurulmasında rol aldığı uzaktan eğitim programında Uluslararası Ekonomi, Afrika Ekonomileri, Para ve Banka konularında ders vermeye devam ediyor.

The Economist dergisinin Londra’daki Economist Intelligence Unit’inde (EIU) araştırmacı olarak, Londra Bankacılık sektöründe on sene çalıştı. New York, Columbia Universitesi ile birlikte yürütülen Emerging Markets Global Players (EMGP) projesinin Türkiye yöneticiliği ve TASAM Başkan Danışmanlığı yapmaktadır.