12 Aralık 2024 Perşembe / 11 CemaziyelAhir 1446

Türkiye'de ilk oldu! Kan uyuşmazlığı tedavisine kesin çözüm olacak

Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi 5'inci sınıf öğrencisi olan Ümmühan Zeynep Bilgili'nin üzerinde çalıştığı TÜBİTAK destekli projesi, Türkiye'de ilk kez bebekten anneye geçen alyuvar miktarının tam olarak ölçülmesini sağlayacak ve kan uyuşmazlığı tedavisine kesin çözüm getirecek.

DHA4 Haziran 2021 Cuma 10:34 - Güncelleme:
Türkiye'de ilk oldu! Kan uyuşmazlığı tedavisine kesin çözüm olacak

Türkiye'de her 100 gebelikten 2-3'ünde görülen "kan uyuşmazlığı", özellikle ikinci gebelikten itibaren, bebeğin yaşamını tehdit ediyor. Anne negatif, baba pozitif kan grubu olduğunda, doğacak bebeğin kan grubu da pozitifse, fetüsten anneye geçen kan (alyuvarlar) nedeniyle, bir sonraki gebelikte de bebek pozitif kan grubunda olursa, annenin bağışıklık sistemi fetüs ile savaşmaya başlıyor. Bu da düşüklere, ölü doğuma veya bebeğin beyninde, kalp kaslarında hasarlara neden olabiliyor. Kan uyuşmazlığı riski bulunan tüm gebelere, bebekten anneye geçen kan miktarı ölçülmeden, rutin olarak ilk hamilelikte tek doz Anti D iğnesi yapılıyor. Ancak bu doz, her zaman yeterli gelmeyebiliyor.

Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı'ndan Doç. Dr. Mehmet Serdar Kütük'ün danışmanlığında, tıp fakültesi 5'inci sınıf öğrencisi Ümmühan Zeynep Bilgili'nin üzerinde çalıştığı TÜBİTAK destekli proje sayesinde, Türkiye'de ilk kez bebekten anneye geçen alyuvar miktarı tam olarak ölçüldü. Çalışmaya dahil edilen ve kan uyuşmazlığı teşhisi bulunan gebelerin yüzde 2'sinde, rutin olarak verilen Anti D dozunun yeterli olmadığı tespit edildi. Bu anne adaylarına ikinci doz iğneleri de yapılarak, sonraki gebeliklerinde yaşayacakları risklerin önüne geçildi. Stajyer Dr. Bilgili'nin projesi, yaygın olarak kullanıma girdiğinde yetersiz doz nedeniyle oluşacak riskli gebeliklerin önüne geçilebilecek.

"RUTİN İLAÇ DOZU YETERLİ GELMEYEBİLİYOR"

Danışman hocası Doç. Dr. Kütük ile birlikte yürüttüğü araştırma projesi hakkında DHA'ya açıklamalarda bulunan stajyer Dr. Ümmühan Zeynep Bilgili, "Annelerin kan grubunun Rh negatif bebeğin kan grubunun Rh pozitif olduğu durumlarda, kan uyuşmazlığı dediğimiz olay ortaya çıkıyor. Bu, bebeğin sağlığını çok kötü etkileyebildiği gibi annenin sonraki gebeliklerini de riskli hale getirebiliyor. Neyse ki bunun için Rhogam adı verilen bir ilaç ile immünizasyonu yani annenin vücudunun tepki vermesini önleyip bu iki zararın ortadan kalkmasını sağlayabiliyoruz. Ama bazı durumlarda bizim verdiğimiz ilaç dozu yeterli gelmiyor. Bu nedenle de annenin bir dahaki gebeliğinde yine bu riskler ortaya çıkabiliyor. Biz bu çalışmamızda, bu miktarı ölçebilecek bir test yaptık ve bu testi kliniğimizde de uyguladık. Verilen ilaç miktarının yetmediği durumlar var mı, bunları ortaya çıkarmaya çalıştık" dedi.

"GÖZDEN KAÇIRILAN RİSKLERİ ÖNLEYECEĞİZ"

Proje ile kan uyuşmazlığının "gözden kaçırılan" risklerini önlemeyi amaçladıklarını kaydeden Bilgili, şu bilgileri verdi:

"Bu testi yapmanın birden fazla yöntemi var. Biz dünyada da uygulanan ilk yöntemi tercih ettik. Mikroskopla anneden bebeğe geçen alyuvar miktarını belirledik. Bu, daha manuel bir yöntem. Yani insan gücüne dayanıyor. Bu testi yapmanın diğer bir yolu da Flow Sitometri cihazıyla bu ölçümü yapmak. Bunun metodunu oturtabilmek ve ülkemizde yaygınlaşabilmesi için de projemizle TÜBİTAK başvurusu yaptık. O desteği de henüz yeni aldık. İlk metot, yani mikroskop altında bebekten anneye geçen alyuvar miktarını ölçtüğümüz metodun ulaşılabilirliği daha fazla. Çünkü ihtiyacınız olan sadece birkaç damla kan, birkaç kimyasal madde ve mikroskop. Ama bunun getirdiği zorlukların başında, insan gücüne çok bağımlı olması ve her bir testin vakit alması. Tamamen yapan kişinin deneyimi ve vaktine bağlı. Flow Sitometri metodu ise daha otomatize. Bu cihaz genelde büyük hastanelerde olan ve başka testler için kullanılan bir cihaz. Türkiye'de bu kadar yaygın olarak kullanılan bir cihaz olduğu için biz de bu yöntemle bu testin yaygınlaşmasını istiyoruz. Çünkü işgücü sağlayamayacak, mikroskopta bu ölçümü yapacak tecrübesi olmayan ekiplerin olmadığı merkezlerde, bir çıkış yolu olacak."

"ZEYNEP HER ŞEYİ KENDİ BAŞINA BAŞARDI"

Öğrencisinin projesine sosyal medyada övgü dolu sözlerle destek veren Doç. Dr. Mehmet Serdar Kütük ise bu övgünün nedenini şu cümlelerle anlattı: "Projenin okuma ve fizibilite çalışmaları esnasında, Türkiye'de bu konuda bilgi alışverişi yapabileceğimiz herhangi bir akademisyen olmadığını fark ettik. Araştırma öğrencimiz Zeynep Bilgili, birçok şeyi kendi imkanlarıyla öğrendi hakikaten ve çok başarılı oldu. Şu anda bebekten anneye geçen kanama miktarını, görsel olarak mikroskop altında hesaplayabilen Türkiye'deki tek araştırmacı. Bu açıdan bunu çok önemsiyorum."

"HAYATI BOYUNCA RİSKLİ GEBELİK GEÇİRMESİNE NEDEN OLABİLİR"

Kan uyuşmazlığının dünyada da oldukça yaygın bir durum olduğunu belirten Doç. Dr. Kütük, "Yüzde 0,5 ila yüzde 10'a kadar çıkabiliyor. Bizdeki yaygınlığı ise yüzde 2-3 civarında. Önemli bir problem, çünkü hala 'perinatal mortalite' dediğimiz, anne karnında veya doğum sonrası bebek ölümlerinin önlenebilir nedenlerinden birisi. Anti-D denilen ilaç, kan uyuşmazlığı olan bir anneye ilk doğumundan sonra yapılırsa, sonraki çocukların sağlıklı olmasına katkıda bulunabiliyoruz. Bunu yapmazsak ya da eksik bir şekilde yaparsak, dozu uygun şekilde vermezsek bu, bir anne adayının hayatı boyunca gebeliklerini çok ciddi komplikasyonlarla sürdürmesine yol açabilir" dedi.

"BİZDE RUTİN OLARAK TEK DOZ YAPILIYOR"

Gebeliğin her 3 ayında bir tekrarlanan "indirekt coombs" testi ile bebekle anne arasındaki kan uyuşmazlığının belirlenebildiğini söyleyen Doç. Dr. Kütük, dünyada rutin olarak bakıldığı halde, ülkemizde halen bebekten anneye geçen kan miktarı ölçülmediği için, bu uyuşmazlığın önlenmesinde bazen yeterli doz ilaç uygulanamadığını söyleyerek şunları vurguladı: "Gebeliğin 7'nci ayında bebek ile anne arasında bir uyuşmazlık reaksiyonu olup olmadığını anlamak için 'indirekt coombs' denilen bir tarama testi yapılır. Gebeliğin her üç ayında bir yapılıyor bu test. 28'inci haftada da bu test negatifse, bebeği koruyucu amaçlı ilk anti-D dozu anneye yapılıyor. Doğumdan sonra bebeğin kan grubuna bakılıyor, baba ile aynı, yani pozitif ise bu doz tekrarlanıyor. Ama burada problem şu: Gebeliklerin bir kısmında bebekten anneye, bir flakon anti-D dozunun derman olamayacağı kadar yüksek oranda kan geçişi olabiliyor. Dünyada aslında bu rutin olarak bakılıyor. Ancak bizde genellikle gebelere bir doz yapılıyor."

"KAN GEÇİŞ DÜZEYİ BELİRLENİP İLAÇ DOZU BUNA GÖRE AYARLANMALI"

Kleihauer-Betke test adı verilen mikroskop yöntemi veya Flow Sitometri ile bebekten anneye geçen kan miktarının tespit edilip, koruyucu dozun buna göre yapılması gerektiğini belirten Doç. Dr. Kütük, "Bizim yaptığımız çalışmada, Türkiye'de ilk kez Kleihauer-Betke test ile fetal maternal kanama düzeyini tespit ettik. Gebelerin yüzde 2'sinde, bu kanamanın tahmin ettiğimiz miktarın üzerinde olduğunu, daha da ilginç olanı bu gebelerin klinik seyirlerinde de hiçbir belirti olmadığını gördük. Şayet bu yöntemi kullanmasaydık, 100 anneden iki tanesi eksik dozlarla evlerine gidecekti ve sonraki gebeliklerinde bizim immünizasyon dediğimiz, daha basit bir ifade ile annenin bağışıklık sisteminin bebeğin kan hücrelerine savaş açtığı bir durumla karşılaşacaktık. Bu da tedavisi hiç kolay olan bir durum değil" dedi.

"ÜLKEMİZİ 8-10 SIRA YUKARI TAŞIYABİLİRİZ"

Flow Sitometri tekniği ile bu ölçümün Türkiye'de yaygınlaşmasının çok kolay olabileceğini söyleyen Doç. Dr. Kütük, sözlerini şöyle noktaladı:

"Flow Sitometri, Kleihauer-Betke'den daha pratik bir yöntem. Ama şu ana kadar ülkemizde bunu yapan olmadı. Belki bizim bu çalışmamızla beraber, rutin olarak kullanıma girer ve diğer merkezleri de harekete geçirir. Perinatal mortalite, bir ülkenin gelişmişlik düzeyini göstermesi açısından çok önemli bir parametredir. Perinatal mortalitenin 100 binde küsürlerle ifade edildiği bir ülkede yüzde 1-2 oranında bebek kaybını önlemek ise son derece önemli. Yani ülkemizi bu konuda bir anda 8-10 sıra yukarıya taşıyabilir. Bizim projemizin bu anlamda da tüm bilimsel camiayı harekete geçireceğini düşünüyoruz."