‘Her şeyin yerli yerinde, tam olması gereken şekilde yerde olması’ gibi mânâlara gelen‘Adâlet’, günlük hayatta en çok kullandığımız ama herhalde mânâsını en az düşündüğümüz ve kavradığımız ‘terim’lerden birisidir.
Mahkemelerde hâkimlerin arkasındaki duvarda, -her ne kadar başka siyasî kişilere mal edilse de- gerçekte asırlardır, Hz. Ali’den nakledilen, ‘El’adl’u esâs-ul’mülk/ Adâlet mülkün temelidir’ sözü vardır. Ama bu sözdeki ‘mülk’ kelimesinin, ne mânâya geldiği üzerinde genellikle durulmaz. Açıktır ki, ‘mülk’, bugün türkçede ilk anlaşılanının ötesinde, ‘memleket, ülke, sahip olunan her türlü maddî ve manevî zenginlik’ gibi mânâlara gelmektedir.
O sözün hele bir jakobenist/ tepeden inmeci ve karşılaştığı her müşkülü, ‘İhtimal ki bazı kelleler koparılacaktır..’ diyen bir siyasî lidere mal edilerek tekrarlanması, ‘adâlet’in ne olduğu konusunu daha bir muğlaklaştırmaktadır.
***
İşimize gelmeyen, menfaatimize dokunan durumları genellikle ‘adâlet’e aykırı ve bizim menfaat ve beklentilerimizi karşılayan ihtilaflı konuların işimize geldiği gibi çözümlenmesini ise, ‘âdilâne’, / ‘adâlete uygun’ buluruz. Ama âdil birisine zâlim ve zâlim birisine de âdil demek adâlete aykırıdır, haksızlık ve zulümdür. Buna rağmen, milyonların kanını akıtmaktan çekinmeyen Adolf Hitler, Stalin ve ilk Atom bombasıyla sivil yüzbinleri katleden Truman da kendi anlayışlarına göre adâleti uyguluyorlardı. Ve bugün Netanyahu da ve benzerleri de..
‘Adâlet’, ferdî ve içtimaî/ sosyal hayatın tanzimi için konulan kuralların, yapılan düzenleme veya verilen ceza ya da beraetlerin hür bir halkın vicdanında mâ’kes bulması, onun doğru olduğu kanaatinin yansımasıyla olur. Müslüman halkımızn kültüründeki, ‘Şeriatin kestiği parmak acımaz’ sözü işte bunun içindir. Ama bir Meclis’in ‘adâlet’ adına koyduğu kurallar bile ‘adâlet’ değil, zulmün ta kendisi olabilir.
***
‘Adâleti kendimiz için istersek nâmerdiz!’ diyene bakar mısınız?
‘Ergenekon Dâvası’nın bütün sanıklarına toptan‘beraat kararı’ verildi bir mahkeme tarafından..
CHP Başkanı, 12 senedir acı çekenleri hatırlatıyor, haklı olarak..
Ama mazlum olarak niteleyip acılarını dile getirdiği hep kendi ideolojik cenah ve taifesinden olanlar.. Halbuki, ‘adâleti sadece kendimiz için istersek nâmerdiz’ diyor.. Kendi ilkeleri adına bu Müslüman halka 100 yıla yakın zamandır yapılan zulümleri ise ‘adâlet’ sanıyor.
Aynı kişi, YSK’nın 11 üyesinden, ‘İstanbul seçiminin yenilenmesi’ne karar veren 7 üye için, ‘Ahlâksız, onursuz, haysiyetsiz çete’ dememiş miydi? Ama, ‘ahlâksız, onursuz, haysiyetsiz’ dediği o isimlerin teyidiyle kazandığı sonuçla iftihar ediyor şimdi..
Ergenekon Dâvası’nın çökmesine gelince.. Bu dâvâ, 10 yılı aşkın bir süre boyunca bütün memleketi derinden meşgul etmişti. Çünkü, ordunun nice anlı-şanlı generalleri de dahil, TSK mensubu yüzlerce asker kişinin yargılanması bu sahadaki ilk örnek idi.
Elbette ki, biz hasmımız bile olsa, suçsuz kimselerin ‘adâlet’ adına cezalandırılması ve nice suçluların da beraat ettirilmelerinden asla memnun olmayız.
***
Ama bu konuda asıl mes’ele şudur: O onbinlerce sahifelik iddianameler, savunmalar, başta nice ünlü eski orgenerallerin ‘harb oyunlarının gereği’ diye te’vil ettikleri entrika planları, eski Deniz Kuv. K. Özden Örnek’in ve Cumh. Yazarı M. Balbay’ın notlarında anlatılanlar veya itiraflar bir senaryo idiyse; bu ülkenin mahkemelerinde sadece şu son 100 yılda bile ‘adâlet’ adına dârağaçlarında sallandırılanlar ve halen de zindanlarda çürütülen nice mazlumlar hangi ‘adâlet’ anlayış ve mekanizmasına güvenip sığınacaklardır?
Bir milletin kalbindeki, vicdanındaki aslî değerlerine göre şekillenmeyen ‘adâlet ve hukuk’ gerçek adâlet değildir. ‘Ergenekon Dâvası’ da bunu bir kez daha doğruladı.