Geçen hafta Salı günü, galat-ı meşhur "ABD'nin arka bahçesi" Latin Amerika'yı Arjantin seçimleri üzerinden ele almıştım.
Bunun bir sebebi var.
Gençliğimden beri emperyalizmin en çıplak ve en hoyrat yüzünün örselediği bu coğrafya, bugün yeniden Washington'un gölgesinde kaynıyor; güç dengeleri bir kez daha değişiyor.
Dedik ya, ABD yeni bir tahkim peşinde.
Şimdiki saha Venezuella!
Bahane hazır: yani uyuşturucu!
Trump yönetimi, hiçbir gerçekliği olmayan bu gerekçeyle "Venezuela'ya müdahale edeceğiz" sözünü sık sık tekrarlıyor.
Ama hikâyenin aslının başka olduğunu herkes biliyor.
Malum... Latin Amerika, bir asır boyunca Washington'un stratejik arka planıydı.
Monroe Doktrini'nden Nikaragua'daki "Kontralar"a, Şili'de Allende'nin devrilmesinden Guatemala'daki United Fruit darbesine kadar uzanan zincir, ABD'nin refleksini açık eder.
Bugün aynı refleks yeniden sahnede.
Trump'ın emriyle Karayipler'de 10 bin asker, sekiz savaş gemisi ve üç B-52 bombardıman uçağı konuşlanmış durumda.
Resmî gerekçe dediğim gibi "uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele."
Gerçekteyse hedef, Venezuela'nın enerji kaynakları ve bölgedeki Çin etkisi.
Venezuela, dünyanın en büyük petrol rezervlerine ve Latin Amerika'nın en geniş altın ile koltan yataklarına sahip.
Bu yüzden tehdit dozu giderek artıyor.
Trump geçtiğimiz haftalarda nükleer kapasiteli bombardıman uçaklarını "gösteri uçuşu"na çıkardı.
CIA, ülke içinde "ölümcül operasyonlar" yürütme yetkisi aldı.
New York Times, bu operasyonların amacının "Maduro rejimini istifaya zorlamak" olduğunu açıkça yazdı.
Üstelik bu tabloya Nobel ödüllü bir darbe figürü eşlik ediyor.
ABD destekli sözde muhalefet lideri María Corina Machado'nun şu sözleri, meselenin özünü anlatıyor:
"Suudileri unutun, daha fazla petrolümüz var; bütün endüstriyi özelleştireceğiz."
Ve devamında: "Venezuela, Amerikan şirketleri ve çok para kazanacak iyi insanlar için en parlak yatırım fırsatı olacak."
Emperyalizmin demokrasi kılığına bürünmüş hâli budur işte.
Financial Times da Washington'un beklentisinin Amerikan şirketlerinin Venezuela enerji piyasasına yeniden girmesi olduğunu açıkça yazdı.
Yani mesele "uyuşturucu" değil; sermaye akışı, enerji kontrolü ve jeopolitik hâkimiyet.
Bu denklemi büyüten unsur Çin.
Pekin son on yılda Venezuela'ya 60 milyar doların üzerinde yatırım yaptı; petrol karşılığı kredi anlaşmaları ve dijital altyapı hatlarıyla Karakas'ı kendi ağına bağladı.
2000'de 12 milyar dolar olan Çin–Latin Amerika ticaret hacmi bugün 500 milyar doları geçti.
Aynı dönemde ABD'nin payı %55'ten %29'a düştü.
Çin'in bölgeye aktardığı kredilerin toplamı 140 milyar dolar; bunun 60 milyarı Venezuela'ya.
Yani tablo net: Washington'un "arka bahçesi", Pekin'in ekonomik hinterlandına dönüşüyor.
Trump'ın Venezuela hamlesi, bu kaybı durdurma çabasıdır.
Arjantin seçimleri Washington'a kısa bir nefes aldırmıştı; Milei'nin zaferi finansal müdahalenin ürünüydü.
Venezuela ise aynı denklemin askerî versiyonu.
Ne var ki ortak payda açık... ABD, artık kendi arka bahçesinde bile üstünlüğünü koruyamıyor.