Dediler ki yazıların daha fazla okunması için Ahmet Hakan'ın yöntemini denemelisin. İlk kez duydum bu yöntemi. Ekşi Sözlük'te trend olan başlıklara yaslanırsam okunma artıyormuş.
Doğrusu nedir bilmem ama Ahmet Hakan'ı takip ederim ve çok okunduğunu da bilirim.
Kemmiyeti hiçbir zaman kıstas görmedim. Benim için asıl olan her daim keyfiyete gösterilen ihtimamdır. Bu ilke, değişmeyen yol arkadaşım olarak yürür önümde. Yine de bir yerlerde hakikati taşıyan bir bilgi havuzu varsa, suyuna dokunmayı deneyebilirim düşüncesiyle bu platformda bir hesap açtım.
İşleyişine yabancı olduğum için biraz kurcalamam gerekti. En fazla reaksiyon alan başlığa girdim, gerçi fazla reaksiyon almasaydı bile başlık zaten dikkat çekiyordu.
"Ateistlerin dine inananlara tepeden bakma sebebi!"
Bu başlıkla karşılaşınca dedim ki galiba memleketin bir yerinde hâlâ zekâ kırıntısına ihtiyaç duyanlar var.
Okudukça içimde asit gibi iki duygu kabardı. Bir yanda memleketimin saf ve iyi insanları için hüzün. Diğer yanda değerlerime saldıran sığ kafalıların bu taşkın cesareti için öfke.
Karşıma çıkan tablo bir zihinsel karikatür.
Kendini aklın vekili sanan bir topluluk.
Bilimi laboratuvarlarda değil Ekşi Sözlük'te caka satmak için kullananlar. Üç TED konuşması izlemiş, iki popüler video görmüş, sonra da kendini kâinatın mahrem sırlarına erişmiş bir kâhin gibi tanıtmaya çalışanlar.
Kendilerini insanlığın "güncellenmiş sürümü" gibi görüyorlar.
Dindarı ise "köylü" kategorisine sıkıştırıp üzerine bilmişlik serpiştiriyorlar.
Ne tuhaf, insan kendi boşluğunu ancak bu kadar havalı paketleyebilir.
Tabii iddiaları büyük! "Biz aklı kullanıyoruz."
Aklı kullanmak mı?
Gazâlî'nin bir paragrafını okusa üç gün kendine gelemeyecek adamlar akıldan bahsediyor. Popper'ın yanlışlanabilirlik ilkesini duysa "o da mı dinî bir şey?" diye soracak kişilerin bilim adına insan azarladığı bir düzen kurmuşlar kendilerine.
Küstahlığın da bir estetiği olur, bunlarda o bile yok.
Tesadüfün cebinden düşen ayarlarla bir kozmos kurulduğunu anlatıyorlar. Bilinci fizikten sızan tortularla açıklamaya çalışıyorlar.
Bu cümleleri fizik dersinde yazsan öğretmen sınıftan atar, ama Ekşi Sözlük'te yazınca "aydınlık paydaşlığı" diye alkış alıyor.
Kendi masalının sayfalarını bile okumayı başaramayan bir zihin, ancak bu kadar zavallı bir mizah üretir.
Bilimi tekeline almış gibi davranıp, Newton'dan çok Newtonculuk taslayanlar...
Hani şu "ben sorguladım, buldum" deyip, aslında hiçbir şeyi sorgulamamış olanlar.
Ah bu mahut sınıf...
"Sorgulama" dedikleri şey lise sırasının altına saklanmış bir ergen isyanı.
Dinden sıkılmış. İki video izlemiş. Üç slogan ezberlemiş.
Sonra da "Ben aydınlandım!" diye geziyor.
Kierkegaard'ın adını duyunca "müzisyen mi?" diye soran biri, kalkıp binlerce yıllık teolojik birikime üstten bakıyor.
Gazâlî'nin akıl nakil dengesine bir ömür yetişemez. Klavyede iman azarlamaya ise insanüstü bir enerji bulur bunlar.
Bu da onların mucizesidir herhalde.
İnsan neden bilmediğini küçümser?
Çünkü kendini görme cesareti yoktur.
Korkunun en kolay çıkış yolu karşıyı ezmeye çalışmaktır.
Mesele entelektüel yetersizlikten daha sert. Derinde büyük bir psikolojik yarılma var.
Tanrı yoksa kimse hesap soramaz. Ahlâk rüzgâr nereye eserse oraya yönelir. Varoluş boşluğunu insan kendi hevesiyle doldurur.
Tanrı'yı reddedince özgürleştiğini sanır.
"Üzerimde hükmeden yoksa hükümdar benim" diyerek dolaşır.
Bu narsisizmi de akılcılık etiketiyle süsleyip vitrine koyar.
Ekşi Sözlük'te gördüğüm bu kibir tablosu başlı başına bir patoloji.
Dine inanana tepeden bakmak bir üstünlük iddiası değil. Zihnin çukurunu pırıltıyla kapatma girişimi.
İnsan kendi gölgesini Tanrı sanmaya başladığında karanlık büyümez. Akıl daralır.
Kafanın içindeki yankı kendini hakikat sanır.
Bu sığ zihinlere "ispat dürtüsüyle" yaklaşmayacağım tabii ki. Alanım da değil. Mesaim de yok.
Fakat seküler çevrenin geldiği bu yüzeysel hal yürek yakıyor.
Vebal sırtımızda azizan.
Ve bu yük taşınır türden mi omuzu kıran türden mi bilemedim!