Cumhurbaşkanı Erdoğan ne demişti?
"Yüzümüz Batı'ya dönük; ama Doğu ile bağlarımızı derinleştireceğiz. Şanghay İşbirliği Örgütü'nden BRICS'e kadar diyalog zeminimizi genişletiyoruz."
Önceki gün de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli şu ifadeyi kullandı:
"ABD–İsrail şer koalisyonuna karşı en uygun seçenek TRÇ ittifakının inşa ve ihyası... Türkiye, Rusya ve Çin'den müteşekkil bir ittifak artık kaçınılmaz."
Bu iki çıkış aynı noktaya işaret ediyor: Türkiye Batı'ya yaslanarak yaşayamaz. Avrasya'nın merkezinde kendi yolunu açmalı, bölgesel ve küresel dengelerin yeniden kurulmasında aktif rol üstlenmeli.
Ben uzun zamandır Batı'nın düşüşünü yazıyorum. Ve yine altını çizmek gerekir ki, Doğunun yükselişi artık sadece bir ihtimal değil, yaşanan bir süreç. Daha önce "Doğunun Yükselişi" başlıklı yazımda belirttiğim gibi, "Avrupa önce Asya'nın sırtına tırmanmış, sonra da omuzlarına oturup kalmıştır." Bugün yaşanan her kriz bu cümlenin güncel karşılığı.
ABD-İsrail hattı yalnızca bölgeyi değil, tüm dünyayı kaosa sürüklüyor. Uluslararası hukuku ortadan kaldırıyor, emperyalist stratejisini kaos üzerine inşa ediyor. Gazze bunun en çarpıcı örneği. Çocuklar ölürken Batı'nın insan hakları nutukları havada kalıyor. Suriye, Irak, Afganistan, Yemen, Sudan aynı oyunun sahnesi.
Hasılı Amerika yıkımı ihraç ederek varlığını sürdürmeye çalışıyor, bir dünya sorunu olarak İsrail de bu kirli stratejinin ortağı.
Avrupa da kaosun parçası. Emperyalizmin Amerika'dan önceki merkezi Avrupa kendi derin krizini yaşıyor. Bir zamanlar sömürgecilikle dünyayı dizayn eden kıta, bugün enerji bağımlılığı ve güvenlik zafiyetiyle Washington'un gölgesine sığınmış halde. Stratejik akıl üretemiyor, karar alma mekanizmaları felç olmuş durumda. Avrupa artık bir merkez değil, küresel oyunun edilgen bir figürü.
ABD içinde de çatlaklar derinleşiyor. Charlie Kirk cinayeti, siyasal şiddetin artık marjinal değil, ana akımın içine sızdığını gösteriyor. Trump'ın Epstein dosyası üzerinden köşeye sıkıştırılması ise, Amerikan siyasetinin kurumsal çürümesini gözler önüne seriyor. Tüm bunlara rağmen İsrail'e karşı yükselen tepkilerin bastırılmaya çalışılması, Washington'daki düzenin kendi meşruiyetini tükettiğini ortaya koyuyor. Bu tablo, talan ekonomisine yaslanan ekonomik krizi aşmaya çalışsa da ABD'de iç savaş ihtimalini akademik bir tartışma olmaktan çıkarıp fiili bir gündem haline getiriyor.
Buna karşılık Doğu bambaşka bir tablo sergiliyor. BRICS ülkeleri dünya ekonomisinin %40'ına yaklaşan bir ağırlığa ulaştı, G7 %30'un altına geriledi. Şanghay İşbirliği Örgütü genişliyor, Afrika ve Latin Amerika bağımsızlık merkezlerini kuruyor. Bu yalnızca ekonomik değil, siyasi ve kültürel bir diriliş. Batı'nın dayattığı kurallar çökerken, Doğu kendi kurumlarını inşa ediyor.
Türkiye bu dönüşümün merkezinde yer alıyor. Afro-Avrasya'nın kalbinde bulunan ülke, kendi tarihi coğrafyasında yaşanan değişimlere uyum sağlıyor ve küresel gelişmelere karşı refleksler üretiyor. Ancak potansiyel ile kapasite arasındaki mesafe kapanmadan bu rolün kalıcı olması mümkün değil. Tarihsel miras önemlidir, fakat duygusal yaklaşımlar yerine somut veriler ve gerçeklik üzerine kurulu bir stratejiye ihtiyaç vardır.
İşte bu stratejinin adı Türk Kuşağı. Hazar'dan Akdeniz'e, Türkistan'dan Balkanlar'a uzanan bu hat; enerji koridorlarını, ulaştırma yollarını, savunma işbirliklerini ve diplomatik açılımları aynı eksende buluşturan bir omurga niteliğindedir. Türk Kuşağı hayata geçtiğinde Türkiye yalnızca bölgesel değil, küresel ölçekte de bir merkez haline gelecektir.