Geçen yüzyılın yetmişli yıllarına kadar bizim köye, "Qereçî" dediğimiz göçebeler gelirdi. Muhtemelen Pakistan-Karaçi kökenli esmer vatandaşlar oldukları için bu ismi vermişlerdi. Göçebe dediysem, bildiğiniz Kürtlerin "Koçer", Türklerin "Yörük" dedikleri göçebeler gibi değildiler. Koçerlerin ve Yörüklerin ahlakî normları, toplumsal standartları var ve çevrelerine kolayca uyum sağlarlar. Ayrıca başkasına ait olmayan boş arazilere yerleşir, başkasının tarlasına, malına, mülküne zarar vermekten kaçınırlar. Son derece de cömerttirler. Bunlar ise, özellikle bahardan yaza geçiş günlerine denk gelen bir belirsizlik zamanında gelir, köye hakim bir bölgeye, genellikle birilerinin henüz biçilmemiş buğday veya arpa tarlasının yanı başına, onlardan izin almadan çadırlarını kurarlar. Daha doğrusu bir sabah uyandığımızda onlarca çadırın kurulduğunu görürdük. Bunların onlarca atı, eşeği, katırı ve keçisi olurdu. Özel mülk, tarla, bahçe nedir bilmez, hayvanlarını salarlardı. Çok da belalı oldukları için kimse de onlara bulaşmak istemezdi. Diyelim ki bir çocuk tarlalarına giren hayvanlarını kovalamaya kalksa, hemen çadırın bir köşesine istif edilmiş yatakların arasından "keleş"leri çekerlerdi. O zaman köyün tecrübeli büyükleri koşar, onları yatıştırmaya çalışırlardı. Civardaki bütün ekili araziler onların yetmiş cetlerinden kalma meralarıymış gibi resmen talan edilirdi. Bu arada muhtemelen geçmişte birbirlerinin tavuklarına kış dedikleri için birbirlerine hınç duyan bazı komşular gidip hasımlarının tarlalarını otlatmaları için onları kışkırtırlardı. Onların da canına minnet. Derken çocuklar daha fazla dayanmaz, onların çocuklarıyla kavgaya tutuşurdu. Yakın dövüşe girdiklerini hiç görmedim, korkarlardı. Bir kayanın ya da ağacın arkasına saklanarak kurşun gibi taş atarlardı ve isabet oranları da alabildiğine yüksekti. Yara bere içinde eve dönerdi çocuklar. Büyüklerimiz onlarla kavga etmeyin diye bize engel olurlardı. Biz yine de durmaz, kafa göz yarılması tehlikesine rağmen saldırırdık. Sonunda büyükler işin böyle gitmeyeceğini düşünerek, aralarındaki meslekî, meşrebî, mezhebî ihtilafları bir kenara bırakarak fiilen harekete geçmeye karar verince yavaş yavaş sinerlerdi. Ve bir gün uyandığımızda çekip gittiklerini görürdük. Geride onlarca hırsızlık vakası, mahvedilmiş ekinler, yara bere içinde çocuklar bırakarak. Bazen birileri gidip çalınan hayvanının veya mahvedilen ekininin hesabını sormaya kalksa "biz aynı babanın çocuklarıyız" derlerdi. Yani konduysak babamızın mülküne konduk, aldıysak babamızın malını aldık, derlerdi.
Yalan değil, İsrail oğulları ile Araplar aynı babanın çocuklarıdır. İbrahim'in İsmail adlı oğlundan Araplar, İshak adlı oğlundan da İsrail oğulları gelir. İlginçtir, İbrahim bir koçerdir. Mezopatamya'dan Kenan'a, oradan Mısır'a, sonra tekrar Kenan'a ve Hicaz'a, sonra bir daha Kenan'a göçüp durmuştur. Gittiği her yerde de cömertliği, ahlakı ve ağırbaşlılığıyla yerli halkın sevgisini, sempatisini kazanmıştır. İki kola ayrılan soyunun etrafında yerleşik bir tevhidi hayat sürsün diye biri Kenan'da, biri de Hicaz'da olmak üzere iki tevhid mabedi kurarak bu dünyadan göçmüştür. Çocukları olan Araplar ve İsrail oğulları da göçebedirler. Ama Araplar ataları İbrahim'in kurduğu mabedi terk etmeden, kendi coğrafyalarında konar göçer bir hayat sürdürmüş, tıpkı ataları İbrahim gibi cömertliğin sembolü olmuş koçerler, İsrail oğulları, atalarının cömertliğinin tam tersine bir karaktere sahip oldukları için sürekli olarak başkalarına ait olan topraklara, mallara haksız yollarla el koyan Qereçîler olarak ünlenmişler. Bu yüzden de atalarının Kenan'daki mabedini bırakarak dünyanın dört bir yanına defalarca sürgün edilmişlerdi. Gittikleri yerlerde de aynı karakteri sürdürdükleri için yerli halklar tarafından hiçbir zaman kabul görmemişlerdir. Bu yüzden bir yerde uzun süre kalamıyorlar ve bir sabah uyandığında insanlar, pılıyı pırtıyı toplayıp kaçtıklarını görmüşler. Son olarak tarihin bir belirsizlik zamanında gelip Filistin'e kondular. Geldikleri günden beri insanların evlerini, tarlalarını, paralarını, mallarını, mülklerini gasp ediyorlar. İlkin çocuklar onları taşlamaya başladılar. Onlar ise taşlara kurşunlarla cevap vererek etraflarına dehşet saçtılar. Sonunda İran'ın sabrı tükendi ve anladıkları dilden cevap vererek dünyalarını dar ediyor. Türkiye gibi bir güç de devreye girecek gibi. Bir sabah uyandığımızda Yahudî Qereçîlerin geride harap bir Filistin bırakıp yeni bir maceraya yelken açtıklarını göreceğiz pek yakında.