"Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik işgali, modern çağın en ağır uluslararası hukuk ihlallerinden biridir"; Trump, Zelensky ve Avrupalı liderler zirvesinden duymak istediğimiz buydu, ama maalesef idealize edilen netice masaya dahi gelmemişti. 24 Şubat 2022'den bu yana yaşananlar, sadece bir savaş değil; aynı zamanda uluslararası düzenin meşruiyet sınavıdır. Birleşmiş Milletler Şartı'nın 2. maddesi açıkça devletlerin egemenliğine, toprak bütünlüğüne ve siyasi bağımsızlığına saygıyı emrederken; Rusya bu ilkeyi hiçe saymış, işgal ve ilhak girişimleriyle uluslararası hukukun temelini sarsmıştır. Bu hukuksuzluğun en ağır bedelini ise ne Kremlin ne de Batılı başkentler ödemektedir: Bedeli, yıkılmış şehirleri, parçalanmış aileleri, topraklarından sürülmüş milyonlarca masum Ukraynalı ödemektedir.
Ancak asıl trajedi sadece Rusya'nın işgaliyle sınırlı değildir. Batı dünyasının tavrı da en az işgal kadar sorgulanmaya muhtaçtır. Zira Batı, Ukrayna'yı gerçekten bağımsız ve özgür görmek istediği için değil; Rusya'ya karşı kendi çıkarlarını tahkim etmek için desteklemektedir. Bugün Washington'un önceliği, savaşın bir an önce sona ermesi ve Ukrayna'dan kendisine düşen ekonomik ve jeopolitik payı almasıdır. Brüksel'deki hesap ise farklıdır: Avrupa devletleri, savaşın uzamasını, Rusya'nın yıpranmasını ve Moskova'nın uzun vadede zayıflatılmasını istemektedir. Yani Batı, Ukrayna'nın özgürlüğü için değil, kendi çıkarları için savaşın süresini tartışmaktadır.
RUSYA'NIN İŞGALİ, BATI'NIN SAMİMİYETSİZLİĞİ
Batı dünyası Ukrayna halkını yalnız bırakmıştır. Bugün diplomasi masalarında tartışılan konu, Ukrayna'nın bağımsızlığı ya da halkının geleceği değil; savaşın hangi senaryoda kimin çıkarına daha çok hizmet edeceğidir. İşte tam bu noktada Batı'nın samimiyetsizliği gün yüzüne çıkmaktadır. Aynı devletler, yıllardır uluslararası hukuk ve insan hakları konusunda dünyaya ders vermeye kalkarken, Ukrayna konusunda kendi içlerinde dahi ortak ve tutarlı bir tavır sergileyememektedir.
Rusya'nın açık işgali karşısında gösterilen bu dağınık ve çıkarcı yaklaşım, Batı'nın "demokrasi ve özgürlük savunuculuğu" iddiasını da yerle bir etmektedir.
Oysa uluslararası hukuk çok nettir: İşgal altındaki topraklarda yapılan ilhak girişimleri yok hükmündedir. Sivillere yönelik saldırılar, zorla yerinden etmeler, sistematik bombardımanlar ve esir kampları, uluslararası insancıl hukukun ve Cenevre Sözleşmeleri'nin açık ihlalidir. Buna rağmen Batı dünyası, Ukrayna'nın acısını yalnızca diplomatik zirvelerde ve medya demeçlerinde dillendirmekte; gerçek anlamda caydırıcı bir adım atmaktan kaçınmaktadır.
SAVAŞIN GERÇEK MAĞDURU: UKRAYNA HALKI
Bir gerçeği kabul etmek gerekir: Ukrayna halkı bugün sadece Rusya'nın değil, aynı zamanda Batı'nın ikiyüzlü politikalarının da mağdurudur. Çünkü bu savaşta halkın iradesi, özgürlüğü ya da geleceği değil; büyük güçlerin çıkar hesapları masada konuşulmaktadır. Ukraynalılar, kendi kaderlerini tayin hakkından mahrum bırakılmış; jeopolitik satranç tahtasında adeta piyona indirgenmiştir.
Eğer Batı dünyası gerçekten insan haklarından, uluslararası hukuktan ve adaletten yana ise, dün akşam gerçekleştirilen zirvede önce Ukrayna konusunda samimi ve ortak bir tavır almaları gerekmez miydi? Rusya'nın işgalini açık ve net biçimde gayrimeşru ilan edip, işgal altındaki toprakların tartışmasız biçimde Ukrayna'ya ait olduğunu savunmaları beklenmez miydi?. Dün gördük ki, Batı'nın "özgürlük" söylemleri, sadece kendi çıkarlarını perdeleyen boş bir retorikten ibarettir.
Bugün Ukrayna'da yaşananlar, tarihe yalnızca bir savaş olarak değil, aynı zamanda Batı'nın samimiyetsizliğinin en somut örneği olarak geçecektir. Ve bu savaş, yalnızca Doğu Avrupa'nın değil, tüm dünyanın hafızasında "Rusya'nın işgali" kadar "Batı'nın ikiyüzlülüğü" ile hatırlanacaktır.