Sanırım bayramları coşkuyla geçirdiğim günler, her şeyi toz pembe gördüğüm, yakın-uzak çevremde olup bitenleri tam algılayamadığım çocukluk zamanında kaldı. Özellikle son yıllardaki bayramları düşündükçe keşke hiç büyümeseydim diyorum o yüzden. Bir komşuyu ziyaret ederken, bir arkadaşın evinde bayram şekeri alırken ya da kurban keserken, bir parça kurbanlık eti pişirip yerken yahut fakirlere dağıtırken aynı sevinci, aynı coşkuyu yaşardım belki de kim bilir! Ne yazık ki etrafımı adam akıllı algıladığım günden beridir şöyle ağız tadıyla bir bayram geçirdiğimi hatırlamıyorum. Bu bayram da öyle. Dokunsan ağlayacağım bir halde seyrediyorum olup bitenleri. Mesela günlerdir, Gazze'de İsrail'in bombardımanından sonra alev alev yanan çadırlar arasında yürüyen, canını kurtarmaya çalışan kızcağızın silueti gözlerimin önünden gitmiyor. Elimi uzatsam tutup kurtaracağım kadar yakın olduğu halde, kılımı kıpırdatmamışım gibi geliyor bana. O alev içimi kavuruyor sonra. Her taraftan kuşatılmış, savunmasız bir halkın ölüm kalım mücadelesi verdiği bugünlerde bayram kutlamak insanın, insan olanın içinden gelmez diyorum. Onlar değil ben kuşatılmışım dört bir yandan sanki. Çünkü eli böğründe çaresizce seyreden benim. Milyonlarca hacının bu günlerde Mekke'de yaptıkları gibi. Aslında onların durumu daha iç acıtıcı, daha yürek yakıcı, daha hüzün verici. Gazzeliler için dua etmeleri bile yasak onların, düşünebiliyor musunuz? Böyle bir dönemi daha önce yaşadı mı İslam ümmeti? Mesela Haçlı seferlerinde böyle bir utanç gördü mü alem-i İslam? Kabe'de mazlum ve mağdur Müslümanlar için dua edememek gibi bir utancı ne zaman yaşadı bu millet? Moğol istilasında mı? İngiliz işgalinde mi?
Bu ümmetin başından musibetler eksik olmamış, olmuyor. Bir hadiste buyrulduğu gibi "Müminin başından bela eksik olmaz". Hz. Ali, "bizi seven dağ olsa erirdi" demiş. Tevhidi savunanları, tevhidle özgürleşenleri kast etmiş gibi. Ateş dolu çukurlara atılıp yakılanları, Mekke çöllerinde kızgın kumlara yatırılıp zalimce işkencelerden geçirilip hunharca katledilenleri, Kerbela'da atlara çiğnetilenleri ve daha nicelerini düşünüyorum. Sonra acaba dağların yüklenmekten kaçındıkları emanet bu muydu diyorum, tevhidi savunma, onun uğrunda ölümü göze alma sorumluluğu? Şairin dediği gibi: Bu dava hor bu dava öksüz bu dava büyük... Tevhidi savunmak, tevhidle özgürleşmek büyük bir davadır. Ağır bir yüktür. Çünkü bu ağır davayı yüklenen insan her türlü zulmün, her çeşit işkencenin, sonu gelmez katliamların hedefidir.
İsrailoğullarını düşünüyorum bu arada. İshak'ın, Yakub'un, Yusuf'un, Musa'nın, Harun'un soydaşlarını. Tevhide inandıkları dönemlerde Musa'nın yanında çektikleri çileleri hatırlıyorum. Sonra da bugün tevhid ehline uyguladıkları zulmü gözlerimin önüne getiriyorum. Onca peygamberin kendilerine ilettikleri tevhidden tek bir kırıntı kalmamış yüreklerinde. Saf tevhidin savunucusu Gazzenin yiğitlerini ateşlere vermeleri bu yüzdendir. Çünkü Gazzelilerin tevhidi mücadeleleri onlara, terk ettikleri mazilerini hatırlatıyor. Bu da onları çıldırtıyor. İbrahim'e, İshak'a, Musa'ya, Harun'a ihanet ettiklerini, atalarının dinini ters yüz ettiklerini gözlerinin önüne seriyor.
Bu yüzden diyorum, bayramı hak eden birileri varsa onlar da şu onurun mücessem temsilcileri Gazzelilerdir. Bayramınız mübarek olsun üzerlerine kusan cehennemlere rağmen tevhidden vazgeçmeyen yiğitler.