Elli yıllık silahlı terör örgütü PKK, kendisini feshettiğini, silah bıraktığını dün itibariyle resmen ilan etti. Silahların ne zaman, nerede ve kime teslim edileceği meselesi bizi ilgilendirmiyor. Bunlar teknik meseleler. Bizi ilgilendiren şey, böyle bir kararın alınmış olmasıdır. Hangi koşullarda, ne maksatla ve hangi pazarlıklar sonucu bu karar alındı, acaba ne alınıp ne verildi gibi sorular da yersizden öte absürt kaçar bu süreçte. Önemli olan artık kanın dökülmeyecek olmasıdır. Elli yıldır toprağa düşen fidanların acısına yeni acıların eklenmeyecek, artık anaların ağlamayacak olmasıdır.
Birinci çözüm süreci günlerinde, TRT KURDÎ'de sunuculuğunu yaptığım bir programa dönemin akil adamlarından Gazeteci Avni Özgürel'i misafir etmiştik. Hatırladığım kadarıyla Ege bölgesinde halkla toplantılar yapan grubun içindeydi. Ne tür tepkilerle karşılaştıklarını sormuştum. Bir cevap vermişti ki bugün bile düşününce yüreğim burkulur. Yine hafızam beni yanıltmıyorsa, Denizli'de bir şehit annesini ziyaret etmiştik, dedi, kapıyı bir hanımefendi açtı ve bize "altı ay önce gelseydiniz, bugün oğlum yaşıyor olacaktı" demişti... Mesele budur. Mesele yaşadığımız bu sürece kalbi kırık bu hanımefendinin gözüyle bakabilmektir. PKK'nın silah bırakma, kendini feshetme kararıyla ilgili olarak yapılacak tek itiraz, belki, neden bu kadar geç kalındığıyla ilgili olabilir bu yüzden. Eğer daha önce böyle bir süreç başlatılsaydı, bugüne kadar can veren birçok fidan hala hayatta olacaktı diye bir hayıflanma da dile getirilebilir olsa olsa, başka değil.
Kuşkusuz, bu toprakların tarihi, kültürü, dini göz önüne alındığı zaman, böyle bir çatışmanın yaşanmış olmasının da hiçbir karşılığı, hiçbir anlamı olmadığı görülür, ama böyle bir süreç yaşandı ne yazık ki ve binlerce can kaybı meydana geldi, köyler boşaltıldı, insanlar evlerini barklarını bırakarak başka diyarlara göç etmek zorunda kaldı. Köyünde ağa olan, seyda olan, halk içinde itibarı olan yüzlerce, binlerce insan bambaşka diyarlarda inşaatlarda bekçilik, amelelik, sokaklarda işportacılık, apartmanlarda kapıcılık yapmak durumunda kaldı. Bir kültür ve gelenek katliamı yaşandı. Ve bugün bu işlere sebebiyet veren örgüt, silah bıraktığını söylüyor. Bu noktada söylenecek tek söz "ne güzel ettiniz!" demekten başka bir şey değildir.
Bana göre zamanın Evs ve Hazreci olan Kürtlerle Türkler, tarihlerinde karşılığı olmayan bir sorun etrafında karşı karşıya getirilerek enerjileri heba edildi. Onlar bu meseleyle yatıp kalkarken, bir anlam veremedikleri bu kalleş kavgada kaybettikleri canlarına ağlarken, birileri iktidar oldu bu memlekette, iktidarının ömrünü uzattı. Bu hain kumpasın boşa çıkarılmış olması, hepimizi ilgilendirmelidir. Bir daha bu memleketin bu tür yıkıcı, bu gibi ölümcül süreçler yaşamaması için kafa yormalıyız. Alınmış bu kararın altında başka şeyler aramak, mutlaka birtakım tavizler verildiğini düşünerek, sürecin sağlayacağı enerjiyi heba etmeye çabalamak, anaların ağız tadını bozmak kelimenin tam anlamıyla korkunç bir aymazlıktır.
Bu itibarla yirmi küsur yıllık iktidarı boyunca, bu sorunun çözümü için çeşitli adımlar atan, açılımlar başlatan, karşılık bulmasa da barış elini uzatan, daha önce aynı gözle bakılan Kürtlerle PKK'yı kesin hatlarla birbirinden ayıran, PKK'yla elindeki silahı bırakmadığı için silahla karşılık veren, ama Kürtlerin sosyal ve ekonomik durumlarını düzeltmek için bütün imkanları kullanan ve en sonunda örgütü böyle bir karar almak durumuna getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan'a, son sürecin gerçekleşmesi için kapı aralayan, müthiş bir cesaretle elini taşın altına koyan sayın Devlet Bahçeli'ye ve emeği olan herkese Türkler ve Kütler olarak teşekkür borçluyuz. Var olsunlar ve de gözümüz aydın