"Ümraniye'den Üsküdar'a akan ana caddeden Bağlarbaşı mevkiinde kuzeye doğru ayrılıp Üsküdar Üniversitesinin önünden kavis çizen bir ırmak gibi İcadiye caddesine katılan ara yolun yaz boyunca süren tamiri bağlamında ayakkabımın tabanının kesiğinin arasına yerleşerek kolonyalist bir tutum sergileyen moloz taşı dolayımında" (Bir doktora tezine başlık gibi oldu mübarek) "taş taş değil bağrındır taş senin/ nereni nasıl yaksın söyle bu ataş senin" kıvamında bir yazı kaleme almıştım. Bu köşenin gün sektirmez müdavimleri hatırlayacaklardır.
Geçenlerde onarımı tamamlanmış bu yoldan geçtim yine. Yılların anıları depreşti haliyle. Yolun her iki tarafında park etmiş arabalar "bir sel gibi" akmıyor, "zulmetten taş kemerler" misali donmuş olurlardı. Aralarından geçerken pantolonunun arabaların tamponlarına takılıp yırtılması riskine karşı pentatlon koşucusu gibi kıvrak vücut çalımları atmak zorundaydın. Şair görse "yağız atlı süvari koştur atını koştur/ bu izdihamda en fazla bir arpa boyu yol gidersin" derdi herhalde. Üniversitenin kapısının hizasına gelince, bu sefer "evlerin bacasını kollayan yıldırımlar" misali geleni geçeni süzen özel güvenlikçilerin ve teneffüse denk gelmişse öğrencilerin arasında Messi çevikliğinde kıvrıla kıvrıla yürümen gerekiyordu. Diyarbekirli kırık Hiko görse "kıbrağa bağ hele!" derdi ellahvekil. Allah sizi inandırsın, yolun İcadiye caddesine karışan noktasına ulaştığımda "beni bir dev bekliyor" sanmaz, tam tersine kendimi Brezilya defansını yara yara aşırtma bir gol atan Maradona gibi hissederdim. Bazen kıvraklık da kar etmezdi. Daracık kaldırımda kale önünde baraj kurmuş gibi durup fosur fosur (neyse, demeyeceğim) konuşan öğrencilerin arasından geçmek mümkün olmazdı. Sağda buz gibi yüksekçe bir duvar, solda hiç de durmaya niyeti olmayan arabalar. Buna rağmen, her şeyi göze alıp yola atlasan, dur kalk yapa yapa canı çıkmış öfkeli şoförün hışmı hakemin kırmızı kartı gibi sıfatına çarpardı. Hani barajın üzerinden atlamak da mümkün olmazdı. Öylece kalakalırdım, biri başını konuşmanın (yine demeyeceğim) dumanından kaldırır da beni görür diye.
Yolun onarımı bitmiş, dediğim gibi. Kaldırım en az iki katına çıkarılmış. İn cin en rahat topunu oynuyorlar herhalde. İyi dedim, artık omuz sancısı çekmeyeceğim sabahları. Kaldırımlar, arabaların kafalarına göre park yapmalarına izin vermeyecek şekilde yükseltilmiş. Yolun beri tarafında arabaların park yapmalarına uygun bir alan da oluşturulmuş. Nitekim sabahın mahmur saatinde sallana sallana giderken, yoğun öğrenci trafiğine takılmadan dümdüz yoluma devam ettim tek başıma ben de, "kaldırımlar çilekeş yalnızların annesi"ni mırıldanarak. Köşeyi dönerken boş kaleye gol atamamış gibi hissettim kendimi, hissiz, heyecansız. Önceki hali daha mı heyecanlıydı yolun, demekten kendimi alamadım. Sonra insan oğluna iyilik de yaramıyor diye geçirdim içimden.