Bir çağın röntgen filmi, bir not defterine işlenmiş. "Sevgilim şunu yaptı, bunu yapmadı..." diye liste tutulmuş. Hani alışveriş listesi gibi, marul, domates, bir kilo da Buğra. Tartıp seçme imkânımız var mı?
Ama işte asıl mesele burada gizli. O satırlar bir kadının şekvasından öte, bir kuşağın zihniyetinin çözülmüş hâlidir. Nikâhsız evlerde yaşanan hayatlar, özgürlük sandıkları köksüzlükten başka bir şey değildir.
Memduh Şevket Esendal'ın Tirâzîzade Sadullah Efendi Konağı'nda çizdiği çürüme manzarası, bugün yeniden sahneleniyor.
Dün Esendal'ın konağında selamlık kumarhaneye dönmüştü. İrfan kaybolmuş, sohbetler yerini iskambil kirine bırakmıştı.
Konağın kahramanı bir gece şöyle der: "Beyim, artık selamlıkta ne sohbet kaldı ne bereket. Çocuklar orada iskambil kâğıdı diziyor."
Dün konak çökerken irfan da çökmüştü; bugün ruhlar çöküyor, iman çöküyor, nesil çöküyor.
Yozlaşma önce mahremde başlar. Evin köşesinde, defterin satırında filizlenir. Sonra sokağa taşar, en sonunda milletin kaderini belirler. Al sana helak ve nedeni!
Tanzimat'ta başlayan batılılaşma girişimlerinin ilk etkisi de böyleydi. Bir İstanbul konağında "Yeni hayat gerek" diye fısıldaşan gençler, ertesi gün gazetenin köşesinde yazıyorlardı: "Biz eskiyi bırakmalı, batının usulünü almalıyız."
Bugün de durum aynı. Dün bir deftere kaydedilen not, bugün alay konusu, yarın başka bir sefaletin bahanesi oluyor.
Peygamber sözü kahkaha efekti eşliğinde espri yapılabiliyorsa, bu artık bireysel densizlik değil; çağın rezil kokusudur.
Gençlerin bayıldığı program bunun en açık örneği. Adı bile zihniyetin özeti, zihinlerde soğukluk, kalplerde savaş. Muhtemelen programın kulisinde bir yapımcı şöyle fısıldıyordur: "Kanka, biraz daha küfür, biraz daha alay ekleyelim. Reyting garanti olur."
Ve sahnede, mukaddesle alay eden sefiller alkışlanıyor. Geriye gençliğin içine işleyen boşluk kalıyor.
Mukaddesat onlar için sadece içerik. İçerik dediğin şey, pazarda ucuz satışa çıkarılan değerler.
YouTube'un algoritmasına uysun, TikTok'un akışına sığsın, Netflix'in senaryosuna denk düşsün yeter.
Dün gazetede "din gericiliktir" diye manşet atan kalemler vardı. Bugün bir YouTuber aynı cümleyi kahkaha efektiyle söylüyor. Fark ambalajda.
Peki nereden beslendi bu dil, bu alışkanlıklar? Bizim köyümüzün çeşmesinden değil. Bizim dedelerimizin irfanından hiç değil.
Menüye bakalım mı?
Acun'un Survivor'undan başlangıç, Hasan Can'ın duş leğeninden ara sıcak. Yanında TikTok sosu, üzerine YouTube baharatı, Instagram garnitürü. Afiyet olsun!
Tabakta servis edilen, eğlen, iç, gez, paylaş. Paylaşmadan olmaz. Rezillik sosyal medyaya düşmezse rezillik sayılmaz.
Bütün bunların fonunda aynı reçete okunuyor, Siyonizm'in Kemalizm kokteyli. Dün Gazze'de çocukları bombalayan el, bugün bu topraklarda ruhları sekülerlikle kurutuyor.
Bir yanda kan, öte yanda iman kaybı. İmza aynı.
Esendal gibi kurgulaştıralım. Organize terör çetesi İsrail'in pilotu telsizden şöyle diyordu: "Görev tamam, hedef vuruldu."
Aynı anda İstanbul'da bir YouTube programında başka bir cümle duyuluyordu: "İçki bütün kötülüklerin anasıdır' diyen kişiye ne denir?"
Biri bedenleri, diğeri ruhları vuruyordu.
Çözüm? Yasakla, hapse at, linç et... bunlar çözüm değil.
Çözüm, kökleri hatırlatmak. Gence önce kendi pınarını, kendi irfanını göstermek. Dedelerin mezarında okunmuş bir Fatiha, annenin dilinde söylenmiş bir dua, sofrada paylaşılan bir lokma, mektepte işlenmiş bir hakikat dersi...
Bu çözülmüşlükler hepimizin geleceğine yazılmış bir yokluk listesi. Alışveriş sepeti boş. Şimdi sıra milletin ruhuna geliyor.
Tarih, defalarca böyle devrilmeler gördü.
Ve biz şimdi not düşelim! Aynı sahnenin tam ortasındayız...