Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kuruluşunun 24. yıldönümü dün törenlerle anıldı.
Bu satırların sahibi, ilk gençlik yıllarından beri ülkede olup bitenleri anlamaya çalışmış birisidir..
Dün AK Parti'nin 24. yıldönümü kutlama sahnelerini ve bizim veya bizden bir sonraki neslin ve İstanbul Belediye Başkanlığı da dahil, 30 yıl boyunca sergilediği yöneticilik kabiliyetiyle, nice emsallerine göre çok başarılı olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğim Başkan Erdoğan'ı dinlerken kendi siyasî eğilim ve düşüncelerimin şekillendiği günleri hatırlamadan edemedim.
*
İlk siyasî konulardan, -bizim Samsun köylerinde o zamanlar Adnan ismi pek olmadığından- 'Aslan Menderes' diye anılan bir kişinin, yüzlerce otomobil ile, Ankara'dan Samsun tarafına gidişini uzaktan seyrederken, haberdar olmaya başlamıştım..
Rahmetli babam ise, (halkın anlatımıyla, kısaca, 'Sağır' diye anılan) İsmet Paşa'nın Samsun'a 'beyaz tren'le, (evet, yanlış okumadınız, beyaz tren'le) köyümüzün alt tarafındaki Mert Irmağı vadisi boyunca giderken, Paşa'nın göz zevkinin bozulmaması için, yalınayak, yırtık-pırtık elbiseli kimselerin demiryoluna 2-3 km.'den fazla yaklaşmalarının yasaklandığını söylerdi, kızgınlığını, hışmını yansıtan cümlelerle..
Babamın 'Aslan Menderes'i ise, kendisini karşılayan halkı görünce, arabasından inip insanlarla, güler yüzle el sıkışırmış, tevazu ile.. Babam o davranıştan bile memnun olurdu..
Ben de o ilk siyasî tercihimi, ders kitaplarında ismi ve resmi yer alan Paşa ile, baba'mın 'Aslan'ı arasında o zaman yapmıştım..
*
1957 seçimlerinde orta mektepteydim.. Kavak ilçesinde, okulumuzun 50 metre kadar uzağındaki miting meydanına -dersten gizlice kaçıp- giderdim ve 'Yaşaaa- Varoll!!-' sesleri ve alkışlar arasında kürsüye çıktıklarında, 40 yıl öncelerde, 1917'lerde, -ders kitaplarında okuduğumuz o büyük- Çanakkale Savaşları'nda bir bacağını, gözünü veya elini-kolunu kaybettiklerini söyleyen adaylardan geçilmezdi..
*
1958-60'larda ise, Ankara'da Hacettepe'nin hemen aşağısında, başkentin de merkezi noktasında bulunan Sağlık Okulu'nda okuyordum, yatılı olarak..
1959'da, bazı ağabeylerimiz bizi CHP Genel Merkezi'ne götürmüşlerdi, soğuk bir dinî bayram günü.. İsmet Paşa da gelecekmiş dediler. Paşa biraz sonra merdivenlerden indi, arkadaşlar el öpme yarışına girdiler. Ben nedendir, bilmiyorum; geride durdum, öpmedim.. Ertesi gün Çankaya'ya Köşkü'nü de ziyarete götürdüler.. Okulumuzun her sınıfında, 'Ey... filan.. Seni sevmek bir ibadettir.. ' sözlerinin altında 'Reisicumhur Celâl Bayar' sözlerini okuduğumuz kişi de geldi, bulunduğumuz yere.. Yine el-öpme merasimleri.. Yine geri planda durdum.. Anne-babam ve hürmet beslediğim öğretmenlerimden- hocalarımdan gayrısının elini öpmekten hep kaçındım, ömür boyu..
Peyami Safa, Milliyet'te yazdığı için, o gazete bile, 'gerici' sayılıyordu. İslam düşmanı yazılardan geçilmiyordu matbuatta... 'Hür Adam' adında haftalık bir gazete ise, iki partili ülkede, toplumun bir tarafını 'mümin', karşı tarafını da 'kâfir' diye niteleyen tuhaf manşetlerle arz-ı endam ediyor ve rahatsız oluyordum.
'27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi' öncesindeki öğrenci hadiseleri İsmet Paşa ve partisince tahrik ediliyor, Örfî İdare/ Sıkıyönetim ilan ediliyor, askerî yönetimle aşina oluyorduk..
Mart -1960'ın sonlarına doğru, Bediuzzaman Said Nursî Ankara'ya gelmiş dediler..
Anafartalar Caddesi'nde bir otelde kalıyormuş, etraf, yüzlerce 'Risale-i Nûr' talebeleriyle dolu idi. Karşıdaki bir yarım duvar üzerine çıkıp onu görmek istedim.. Otelden çıkarken, talebeleri şemsiye açmışlardı, görünmesin diye.. Başındaki siyah sarığıyla 5-10 saniye görebilmiştim.. Bir otomobile bindirdiler, Ankara'dan ayrılmıştı.
3-4 gün sonra Urfa'da vefat ettiği haberi geldi. Yüzbinlerin katıldığı büyük bir cenaze merasimi yapılmış ve Urfa'nın en ünlü ziyaret mekânlarından olan İbrahim Halil Türbesi civarına defnedilmişti.. Onun mezarı da ayrıca bir ziyaret odağı olmuştu; bu kabullenilemezdi.
Öğrenci hadiseleri diye anılan karışıklıklar zinciri giderek yaygınlaşıyordu.. İsmet Paşa'nın iktidardaki Demokrat Parti'yi, 'Sizi ben de kurtaramam..' gibi tehditleriyle sindirmeye çalışıyordu..
Nitekim, 2 ay kadar sonra, tarihe 27 Mayıs diye geçen Askerî Darbe tezgahlanmış ve Demokrat Parti'nin bütün önde gelenleri ve bütün m.vekilleri ve hatta il başkanları bile Yassıada'ya doldurulmuştu. İşte o günlerden birinde, bir sabah, Urfalılar Said Nursî merhumun kabrini ziyaret etmek istediklerinde, mezarın açılıp, ceset bakiyesinin mezardan çıkarıldığını ve bilinmeyen bir yere götürüldüğünü görmüşlerdi.
*
27 Mayıs Askerî Darbesi, herhalde, sonraki darbelerde görülmeyen şekilde, en zalimane usullerle sahnelenmiş ve Yassıada'da teşkil olunan düzmece bir mahkemede yapılan yargılamalar sonunda, 'Demokrat Parti'li' olmak suçu işleyen yüzlerce siyasetçi çeşitli cezalara çarptırılmış, idâm'a mahkûm 15 kişiden sadece 3 kişi, 10 yıllık iktidarında halk kitlelerini bütün desteğini kazanan Başvekil Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam olunmuşlardı. Ve cesetleri, ailelerine ve halkın ziyaretine 30 yıl gösterilmeyecekti.. Büyük kitleler Adnan Menderes'e ağladıklarını göstermekten bile korkarken, malûm bir partinin taraftarlarının ise, -benim o zamanlar bulunduğum Konya'nın bazı mahallelerinde- korkarken davul-zurnayla kutlamalar yaptıklarının bizzat şahidi olmuştum..
15 Temmuz 2016 Darbe Hıyaneti'nden sonra TBMM'de kurulan, 'Darbeleri Araştırma Komisyonu'na çağrılan eski Gen. Kur. Başkanları'ndan İ. H. K.'ya, 'Menderes'in idamı gerekir miydi?' diye sorulduğunda, o kişi, 'Menderes hiçbir suç işlemeseydi bile, Ezan'ı yeniden Arapça okutturduğu için idam edilmeyi hak etmişti..' demişti..
*
Bu tarihi geçmişi hatırlamadan, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 Askerî Darbeleri'nin ve sonrasının anlaşılması mümkün değildir..
Dün, Başkan Erdoğan'ın konuşmasını dinlerken, merhum Erbakan Hoca'nın 1961'de başlayan ve –her birisi arka arkaya kapatılan MNP, MSP ve sonra Refah, Fazilet partilerinin de kapatılmasını, ve sonra da 5. parti olarak SP'yi kurmasını da düşünmekten kendimi alamadım..
*
24 sene önce AK Parti'nin kurulduğu açıklanırken, bu satırların sahibi de 1980'den beri yaşamak zorunda kaldığı yurt dışında, Almanya- Köln'de arkadaşlarıyla, evinde, bir değerlendirme toplantısı yapmış imiş.. Orada bulunan dostlardan Muhammed Sarı kardeşim, dün, o günleri anarken bir notu da sosyal medyada paylaşmış.. Muhammed kardeşimin hatırlattığına göre, 'fakir'e sormuş: 'Menderes'e yaptırmadılar, Özal'a yaptırmadılar, Erbakan'a yaptırmadılar.. Tayyip Erdoğan başarabilecek mi?'
Bu soruya 'fakir de, 'Eğer Tayyip Erdoğan, kelleyi koltuğa almayı baştan göze aldıysa, Allah'ın izniyle başarır.. Çünkü, hele de bizdeki siyasetin geçmişi bunu gösteriyor..' cevabını vermiş..
Bu hatırlatmayı yapan Muhammed Sarı dostum, sonra şöyle diyor: 'Aradan geçen uzun yıllar boyu yaşananlar bize gösterdi ki, bu tespit boşuna söylenmemiş.. 15 Temmuz ihanet gecesinde, kelleyi koltuğuna alarak halkının önünde dim-dik duran bir lider çıktı,..
İşte Allah'a olan o teslimiyet halidir ki, Allah da bu millete lûtfetti..'
*
Bu vesileyle şu hususu da tarihe not düşmek kabilinden belirtelim ki, bir gün, ona, bir yurt dışı seyahatinde, 'Henüz, İBB Başkanlığının 2 yılı bile dolmamışken, başarısının muhaliflerince bile kabul edildiği' hatırlatıldığında demişti ki: 'Ben yaptıklarımın üzerine inandığım değerlerin mührünü vurabilirsem, hizmet etmiş sayarım, kendimi.. Ama bunu yapamazsam, başkalarına hizmet etmiş durumuna düşerim. Ve ben, başkalarına hizmet etmeyeceğim..'
Evet, bu hatırlatma ve tespitlerden sonra Başkan Erdoğan'a, Allah'u Tealâ'dan sağlık-âfiyet içinde ve hayırlı işlerde nice muvaffakiyetler daha ihsan etmesini niyaz ederek..
*