"Belediyeleri yönetme, rantı yönetme, gençleri, kendi evlatlarımızı, yakınlarımızı birtakım makamlara getirme, yandaşları zengin etme fırsatı yakalamadık arkadaşlar" CHP Genel Başkanı Özgür Özel, belediyelere yapılan partizanca atamalar ayyuka çıkınca bu uyarıyı yapma ihtiyacı hissetti.
O konuşurken tam karşısındaki koltukta Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu oturuyordu. Ama aslında hakkını yemeyelim, İmamoğlu zaten gözümüzün içine baka baka söylemişti aslında, "İstanbul nimet nimet" demişti. Şimdi seçimin ardından CHP'li belediye başkanları eşlerine, çocuklarına, akrabalarına koltuk bulma telaşına düştü. Azıcık utanması olanlar kendisi "Başkan eşi başkan yardımcısı oldu" demesinler diye karısını CHP'li diğer belediyelere yolladı.
Liste öylesine uzun ki buraya yazsak sıkılıp okumazsınız. Ama X'in arama bölümüne "liyakat" yazmanız yeterli. Üstelik bu partizanca kadrolaşma, liyakatsiz atamalar zincirini paylaşanlar da yine CHP'li isimler... İş o kadar çığırından çıktı ki, CHP'ye açık destek veren gazeteciler bile tepki gösteren videolar paylaşıyor. Yani seçimden önce "liyakat, liyakat" diye ortalığı inletenler, yakınlarına kadro açma telaşına düştü. Gözlerini öylesine hırs bürümüş durumda ki, Şişli'de, Esenyurt'ta kendilerine yakın olmayan CHP'lileri dahi tasfiye ediyor, kapının önüne koyuyorlar.
Zira yeni geleceklere yer açmak lazım.
Eş, dost akraba kayırmalarının etik tarafı bir yana bir de aksayan hizmetler tarafı var. Hak etmeyene hak etmediği koltuğu verdiğinizde gün geliyor, Beşiktaş'ta 29 kişi alevlerin arasında can veriyor. Gün geliyor Antalya'da teleferik kabini düşüyor. İnsanlar ölüyor, yaralanıyor. Mahsur kalıyor. Olan da yine vatandaşa oluyor.
CHP-DEM'DE ALERJİK REAKSİYONLAR
Seçim bitti, başkanlar makamlarına oturdu. Ancak CHP ve DEM'li yönetimlerden yansıyanlar tartışmaları da beraberinde getirdi.
Örnekleri tek tek buraya yazayım. Siz değerlendirin.
Diyarbakır Sur Belediyesi'nde göreve başlamak için makama giren DEM'li yöneticilerin Atatürk ve Erdoğan'ın portrelerini görünce kırmızı görmüş boğa gibi davranıp, "kadın satıcısı" anlamına gelen ifadeyle "Kaldırın bunları" demesi,
CHP kaygısıyla Atatürk'ün portresine dokunmayıp, Erdoğan'ın portresi ile Türk Bayrağı'nın makamdan kaldırılması...
Diyarbakır'da meclis toplantısında Türk Bayrağı'nın salondan kaldırılması, tepkilerin ardından bayrağın yerine konulması ve temizlikçilerin kaldırdığı kimsenin de durumu fark etmediğinin öne sürülmesi...
Mardin'de yine meclis toplantısında İstiklal Marşı okunmasının DEM'in oylarıyla reddedilmesi, ki benzer bir kriz 2019'da da yine Ahmet Türk'ün yönettiği meclis toplantısında yaşanmıştı. Yani 5 yılda DEM'in Türk Bayrağı, Erdoğan hatta Atatürk nefretinde değişen bir şey yok. Hatırlayın CHP Genel Merkezi'nde de Türk Bayrağı'nın salondan çıkarıldığı ortaya çıkmış.
İşin acı yanı Kastamonu'da da CHP'li Belediye Başkanı'nın makama oturur oturmaz ilk yaptığı Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın portresini odadan attırmak oldu. AK Partili üyelerin itirazı üzerine de "Erdoğan, benim gözümde AKP Genel Başkanı" ifadesini paylaştı. Takdir milletin...
AK PARTİ'NİN SINAVI
Bizler abimizin, ablamızın kıyafetleriyle büyüdük.
Çocuklarımıza dolaplar yetmiyor.
Üç kardeş yer döşeğinde yan yana uyuduk.
Çocuklarımız odalara sığamıyor.
Biz ev yakın biraz daha sabredeyim masraf çıkmasın evde yerim diye düşünüyoruz.
Çocuklarımız evde yemek varken dışarıdan söylüyor.
Listeyi gelir durumuna göre uzatmak mümkün.
AK Parti'nin en büyük sınavı unutkanlık ve konformizm aslında.
Meseleyi şöyle anlatmaya çalışayım.
Babam, bize köyde yaşadıkları yoklukları,
Eve etin kurbandan kurbana girdiğini,
zeytini nasıl bölüp bölüp ekmeğe katık ettiğini anlatırdı.
Biz "Yav onlar o zamandı" der, ekmeğe çikolata sürmek isterdik.
(Bizim lüksümüz de oydu çocukken)
Şimdi biz çocuklara kendi yaşadıklarımızı anlatıyoruz,
Bir kulaklarından girip diğerinden çıkıyor, "Masal anlatma" cevabı geliyor.
Bu durumu ben biraz AK Parti'nin yaşadığı sürece de benzetiyorum.
Erdoğan'ın son grup konuşmasından bir bölümü hatırlatayım önce,
"Biz dikensiz bir gül bahçesinde de yürümedik, yürümüyoruz. Bu geldiğimiz noktaya düşe kalka geldik. Biz bu noktaya yenilgi yenilgi büyüyerek geldik. Baskılar gördük, zulümlere maruz kaldık, işkencelerden geçtik, hapislerde yattık, darbeler yedik; partilerimiz kapatıldı, yasaklandık, kovulduk, ötelendik, haksızlığa, hukuksuzluğa, zorbalığa uğradık; ancak hiçbir zaman umudumuzu yitirmedik, sabrımızı kaybetmedik, asla ve asla yılgınlığa kapılmadık."
Yani sözün özü nasıl anne-babamın savaş yılları, ambargolar, tüp kuyrukları, sağ sol çatışmaları, darbelerle ilgili anlattıkları masal gibi geliyorsa, bizim 90'lı yıllarla ilgili anlattıklarımız da çocuklarımıza masal gibi geliyor. Ve bana masal anlatma cevabı alıyoruz. O yüzden yeni bir dil bulmak şart gibi görünüyor.
Bu dil de geçmişin değil umudun dili olmalı gibi geliyor bana ne dersiniz...
SOYKIRIM EKONOMİSİ SARSILIYOR
Zulme karşı elimizdeki tek güç boykot... Zira Siyonist markaların İsrail'e para transferi azaldıkça, soykırım ekonomisi zarar gördükçe Gazzelilerin çektiği acılar da hafifleyecek. Siyonist markaları boykot neden önemli sorusunun cevabını S&P verdi. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu raporunda, "Artan jeopolitik risk nedeniyle İsrail'in "AA-" olan kredi notu "A+"ya indirildi. Artan savunma harcamalarının bir sonucu olarak İsrail'in genel bütçe açığının 2024'te gayrisafi yurt içi hasılasının yüzde 8'ine kadar yükseleceğinin tahmin edildiği kaydedildi" bilgisini paylaştı.
Yani Siyonist markalar para vermezse İsrail katliamlarını sürdüremez.
Netanyahu Hükümeti köşeye sıkışır. Ve ateşkese razı olmak zorunda kalır.
O yüzden siz etrafınızdan kulağınıza, sosyal medyanıza fısıldanan boykotu hafife alan söylemlere kulak asmayın.
Kalın sağlıcakla