CHP'ye doğru ters bir rüzgâr esiyor. Fırtınaya dönüşüp kasırga olup CHP'yi köklerinden koparıp savuracak bir rüzgâr...
Ters rüzgâr, Mayıs seçimlerinden önce Kılıçdaroğlu'nun ayak oyunları, tezgâhları, kumpasları ile başladı.
6'lı masadaki muhalefet partilerini Akşener'e karşı ayartıp kendi ismini masadan çıkartan Kılıçdaroğlu'nun, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ'a gizli protokolle devleti teslim etmeye kalktığı da ortaya çıktı.
Şeffaflıktan dem vuran, dürüstlük ayaklarına yatan bir siyasinin aslında güven problemi olduğunu herkes gördü.
Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığı seçimini, muhalefet de milletvekili seçimlerini kaybedince ters rüzgâr kuvvetlendi.
Dalları kırılmaya başlayan CHP, artık Kılıçdaroğlu'nu taşıyamazdı.
Özgür Özel'i sahneye çıkardılar.
Ama yüzlerine gözlerine bulaştırarak.
Çünkü hesabın büyüğünü yapan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'ydu.
İmamoğlu, bir daha seçilip bundan sonraki Cumhurbaşkanlığı seçiminde adaylığını kafaya koymuştu. İstanbul'u sıçrama tahtası yapma hayali yeninde depreşmişti.
Aradığı, bir gölge CHP genel başkanıydı.
Özgür Özel'i bulduğu anlaşılıyor.
Daha şimdiden Özgür Özel, kendisiyle birlikte eş başkan olarak anılıyor.
İmamoğlu'nun hırsı ve beklentileri, CHP'nin kurumsal yapısını darmadağın etti. Adayları o belirliyordu. Mevcut başkanlara telefon ediyor, ayağına çağırıyor, "seninle birlikte olamayacağız" diyerek istiskal ediyordu.
CHP eski milletvekili gazeteci Barış Yarkadaş, televizyonlarda âdeta çıldırıyordu:
"Ekrem İmamoğlu, olmayan bir yetkisini kullanıyor ve partinin kurumsal kimliğini tahrip ediyor... Ekrem Bey'i yüz kere uyardık, 'Partiyi tahrip etme' dedik, 'kurultayda taraf olma' dedik. Bu bölünmüşlüğün, bu dışarıdan keyfi atamaların, Ekrem Bey'in bürokratlarının her yere atanmasının sonucu, örgütün enerjisini kırılıyor... Ekrem İmamoğlu, hiçbir yetkisi olmadığı halde tüzükte böyle bir yetkisi olmadığı halde telefonla, 'Senle çalışmayacağız, yerine bu arkadaşı koyacağız' diyorsa o partinin kurumsal kimliği ayaklar altına alınır. Ekrem Bey'in yaptığı yanlış budur."
CHP'nin eş başkanları böyle yalpalayıp yürüdükçe CHP'deki rüzgâr fırtınaya döndü.
Adayları bir türlü açıklayamıyor, açıkladıkları adaylar illerde ilçelerde tepkilerle karşılaşıyor.
İzmir ve İlçeleri şu an ayakta.
Tunç Soyer aday gösterilmeyince İzmir karıştı.
İlçe örgütleri, "ithal aday istemiyoruz" diye yollarda...
Karşıyaka, Karaburun, Bayraklı, Çiğli, Çeşme; "Genel merkez, kararlarını geri alsın" diye çağrılar yapıyor. "Lütfen bizi baba ocağından ayırmayın" feryatları yükseliyor.
Vaziyet bu olduğu halde Özgür Özel son çare olarak bir züğürt tesellisine sığınıyor.
Formül "Türkiye İttifakı" ya da şehirlerin kendi ittifakı imiş. Çaresizliği ve acziyeti ile şunu söylüyor:
"İttifak yaptığımız partilerden bazılarında yönetimler değişti, yöneticiler değişti. Bazılarında yöneticiler duruyor ama anlayışları değişti. Ama bir gerçek var; bizi buraya getiren seçmen değişmedi. Bir bütün olarak bir 'Türkiye İttifakı'nı örmek lazım. 'Türkiye İttifakı', şehrini seven insanlardan oluşuyor. Başarıyı takdir edenlerden oluşuyor. Liyakate ödül verenlerden oluşuyor."
6'lı masa dağılmış. Akşener, CHP'yi yerden yere vuruyor. DEM'lenmeden medet umuluyor. Yapayalnız kalan CHP'yi, başarıyı takdir edenler, liyakate ödül verenler kendiliğinden bir araya gelip destekleyecekmiş...
Hangi liyakat? İthal adayların liyakati mi?
Hangi başarı? Ekrem İmamoğlu'nun büyükelçilerle oturup kalkmaları, kayak merkezlerinde tatil yapmaları, cumhurbaşkanı olma sevdası tutmayınca Cumhurbaşkanı Yardımcılığı için takla atması mı?