Bir süredir dikkatle izliyorum, Karabük Üniversitesi'ne ve doğrudan rektörlük makamına yönelik saldırılar var. Ancak öyle sanıldığı gibi basit bir haber diliyle izah edilemez.
Bu, yalnızca bir şahsı hedef alan münferit bir linç değil; bu, yaklaşık 150 yıllık bir zincirin yeni halkası. Bugün Karabük Üniversitesi üzerinden yürütülen medya linçi de bu zincirin yeni bir tezahürüdür.
"Rektör 1,2 milyon maaş alıyor", "makam aracı saltanatı kurulmuş", "yabancı öğrenci kaynıyor" gibi magazinel başlıklarla kamuoyunun önüne atılan iddialar, aslında doğrudan Üniversitenin temsil ettiği kalkınmacı, yerli, millî ve halkla barışık modelin ta kendisini hedef almaktadır.
Ve bu söylemler, sadece sosyal medyanın anonim tetikçileriyle sınırlı değildir.
Fatih Altaylı'nın kadrajından sızan kibirli cümlelerde, Sözcü gazetesinin manşetlerinde, Tele 1 ekranlarında dönen yorumlarda ve Halk TV'nin istihza dolu mimiklerinde bu zincirin devam halkalarını görebiliyoruz.
Bunlar, aynı kirli mutfağın farklı kapılarından servis edilen ama aynı menüyü sunan aktörlerdir.
İslam'a, Anadolu'ya, halka, yerliye, irfana karşı kurulu bir ittifakın medya kanatlarıdır.
1876'da II. Abdülhamid Han, "Doğu'nun tiranı" olarak manşete taşındığında da aynı zihniyet iş başındaydı.
1924'te Tevhid-i Tedrisat Kanunu sonrası medreseler kapatılırken, "aydınlık geldi" diye manşet atanlar da aynı zihniyetin mensubuydu.
1940'larda Köy Enstitüleri'ne itiraz eden halk "gerici" ilan edilirken, 1997'de başörtülü kız öğrenciler "irticanın habercisi" sayılırken de bu zincir hiç kopmadı.
Ve şimdi Karabük Üniversitesi'ne yöneltilen söylemlerle aynı senaryo yeniden sahnede.
Gramsci'nin hegemonya kuramına göre medya yalnızca haber vermez; toplumu biçimlendirir, davranış kalıpları inşa eder.
Kendi potansiyeliyle uluslararasılaşmış, patent üretmiş, elitist tahakküme boyun eğmemiş bir üniversitenin hedef alınması; sadece bir "usulsüzlük" arayışı değil, doğrudan bir karşı-hegemonya operasyonudur.
Birbirine yakın tarihlerde, Leman dergisinin, iki cihan güneşi peygamber efendimiz Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.v.) yönelik açık bir hakaret içeren karikatürü yayımlaması da bu senkronize taarruzun bir diğer cephesidir.
Her ikisi de İslam'a, inanca, peygambere, ilme ve iffetle yoğrulmuş millet hafızasına yönelmiş sistematik bir saldırıdır.
Bir tarafta bir ilim yuvası diğer tarafta Peygamber'in izzeti benzer şekilde hedef alınıyorsa, bu bir benzetme değil; bir teşhis meselesidir.
İlim, hikmet, irade ve iman düşmanları Siyonist dostları iş başında demektir.
Gazze'de çocukları öldüren Netanyahu ile, İstanbul'da karikatürle inanç katleden Leman arasında fark yoktur.
Biri çocuğu öldürür, öteki bir milletin imanını, izzetini, hafızasını.
Biri mermi sıkar, diğeri manşet atar.
Biri Filistinliyi yetim bırakır, diğeri Anadolu'yu evlatsız.
Karikatürle, gazete manşetiyle, TV programıyla, sosyal medya linçleriyle bu savaş zihinsel cephede yürütülmeye devam ediyor.
Dün imam hatiplilere "irtica", başörtüsüne "orta çağ kalıntısı" diyenlerin çocukları, bugün "makam aracı var" diye linç kültürünü sürdürüyor.
28 Şubat'ta üniversite kapılarında ağlayan başörtülü genç kızın gözyaşıyla, bugün sosyal medyada itibarı yok edilmeye çalışılan bir rektörün duruşu arasında tarihî bir bağ vardır.
Mesele eğitim değil; mesele hafızadır, kimliktir, istikbaldir.
Bugün bir ilim yuvasını, bir üniversiteyi savunmak; bir şahsı değil, bir zihniyeti değil, bir sistemi değil; bir milletin kendi tarihine, inancına, değerine ve geleceğine sahip çıkma mücadelesini savunmaktır.
Müslümanın her koşulda uyanık olması gerekir. Mazi bilgilerini malumat seviyesinde değil, teyakkuz mesabesinde diri tutmalıdır.