Düşürdüğü için içeri tıkıldığını söyleyen zat, rahmetli Necmettin Erbakan’ı konu alan ikinci kitabını yazdı.
İlkinin ismi “Hangi Erbakan”dı, İkincisinin ismi ise “Erbakan: Eziyet Edilerek Yalnızlığa Yükseltilen İnatçı Bir Siyasal Liderin Portresi...”
İki “Erbakan kitabı” arasındaki farka değinmeden önce, “düşündüğü için” içeri tıkıldığını iddia eden arkadaşla ilgili bir-iki şey söylemek istiyorum.
Ergenekon soruşturması nedeniyle içeri alınınca, bir kitap yazdı ve kendisini Sokrat’la özdeşleştirdi: Sokrat düşündüğü için yok edilmek istenmiş, bizimki de tastamam Sokrat’ın izinden gittiği için bir sabah derdest edip Silivri’ye gönderilmiş...
Böyle şeyler yazıyordu kitabında ve hiç utanmıyordu.
Niçin içeri alındığını bilemem...
İçeri alınmasının “aşırı bir ceza” olduğu görüşlerine de hayır demem...
Bence de içeri alınması gerekmezdi. Pekâlâ yargılaması “tutuksuz”devam edebilirdi. Afaki bulabilirsiniz ama ben böyle düşünüyorum.
Her saçmalayanı içeri tıkmak gerekmediği gibi, her “bel altı gazeteciliği” de “Ergenekonculukla” tecziye edemezsiniz.
Sokrat düşünmüştü. Evet...
Bu arkadaş ne düşünmüştü? Merakımı muciptir hep...
Soy sopla kafayı bozmak, toplumda sivrilmiş insanları “dönme” ilan etmek (“dönme” ilan etmek ve azgın milliyetçiliğin önüne atmak), hoşa gitmeyen gazeteciler hakkında çürütme kampanyaları düzenlemek, Halk TV’yi elde etmek için Baykal’a “ikna heyeti” göndermek, Sabetay Sevi’den neredeyse bir asır önce yaşamış Aziz Mahmut Hüdai’yi “Sabetaycı” ilan etmek, “ekol”la “okul”u karıştırmak, sahili bulunmayan ülkelere “deniz seferleri” düzenletmek düşünmekse, “evet, çok iyi düşünüyor”denilebilir...
Bir de şu:
Sokrat’ın düşüncelerinin “hasılasını” biliyoruz.
Bizimkinin düşüncelerinden çıkan sonuç nedir?
Onu bilemiyoruz işte...
Pardon, biliyoruz.
Senelerce evvel, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlarından Prof. Dr. Necmettin Erbakan üzerinde düşündü ve “Hangi Erbakan” diye bir karalama kitabı yazdı.
Bu kitabı okuduğunuzda, Araplarla ve radikal dinci örgütlerle ilişki kurup Türkiye’ye şeriatı getirmeye çalışan, devasa servetini kurduğu bu yasa dışı ilişkilere borçlu, karanlık, kötü niyetli, “Türkiye düşmanı” bir Necmettin Erbakan’la karşılaşıyorsunuz.
Bu Erbakan, üstelik tefecilerle alışveriş yapıyor, iktidara gelebilmek için Üzeyir Garih üzerinden ABD’deki “Yahudi lobisiyle” ilişki kuruyor, hedefe ulaşmak için neredeyse tüm şaibeli yolları deniyor.
Kısacası, kötü bir Erbakan portresi...
Bu kitabın (ve tabii 28 Şubat’ın) üzerinden 10 küsur yıl geçti.
Oturdu, bir kez daha “düşündü” ve ikinci bir Erbakan kitabı yazdı.
İlk kitapta neredeyse “hırsız” ilan edilen mürteci Erbakan, ikinci kitapta şu şekilde resmediliyordu: “İnadın ve sabrın adıydı; felaketler onu yıkılmaz yaptı. Yaşamdaki en yüce ideali gerçekleştirdi; hep kendi olarak kaldı. Siyasi ve ahlaki bağımsızlığını sonuna kadar korudu... Bir siyasal inanç için acı çekmeyi, o inanç uğruna zulmetmeye yeğledi... Görüş ve hedefinden emindi; ülkesine ve insanına hep sadık kaldı...”
İşte iki “Erbakan kitabı” arasındaki fark...
Hangisini ciddiye alacağız?
Daha doğrusu, kendi kendini tekzip etmekten yorulmayan bu arkadaşı niçin ciddiye alalım? Niçin söylediklerine inanalım? Ve niçin “Sokrat” muamelesi yapalım?
Milli Gazete’ye ikinci kitabın ilanını vermek istemişler... Ret cevabı alınca da karanlık odalarından yaygarayı basıyorlar: “Milli Gazete’den Erbakan’a sansür...”
Görüyorsunuz, değil mi?
Ne de güzel düşünüyor. Milli Gazete’den Erbakan’a sansürmüş...
Bu “sansür” Erbakan’a değil uyanık Sokrat...
Bu sansür sana.
Demek istiyor ki Milli Gazete’ciler, “Çek elini Erbakan’dan...”
Gerçekten de çek elini ve “düşüncelerini” ciddiye alacak başka müşteriler bul.