Basit kavgalarda ya da ne için yapıldığının farkında olunmayan savaşlarda hayatı sönenler için, geride kalanlarının yürek yangısı bütün topluma yansımaz ve bir müddet sonra unutulur-gider. Ama, mücadeleleri geniş toplum kesimlerine yansımış olan siyasî ve ideolojik mücadele içindeki insanların öldürülmeleri, o kişiyle hiçbir irtibatı olmayan ve çok farklı zaman dilimlerinde yaşayan, hattâ başka ülkelerdeki toplum kesimlerini bile derinden etkileyebilir. Çünkü o mücadeleler, insanların en tabiî haklarına ve fıtratlarına uygun ise selîm yaradılışlı kimseler onun kenarından ilgisiz ve teğet geçemezler. Nitekim tarihin derinliklerinde kalmış nice cinayetlerin her anlatılışında nice insanların, mazlumlar için gözlerinin dolduğu, boğazlarının düğümlendiği görülür, yüreklerinin sızladığı hissedilir.
Hz. İsâ’nın çarmıha gerilerek cezalandırılması sahnesini yansıtan filmleri izlemeye, ona inançla bağlı olanların tahammül edemedikleri çok görülmüştür. Keza, ünlü ‘Çağrı’ filminde, Hz. Hamza’nın veya 90 sene öncelerde İtalyan sömürgeciler tarafından asılarak öldürülen Ömer Muhtar’ın katledildiğini temsilî olarak canlandıran film sahneleri karşısında bile nicelerinin ağladığı görülmüştür. 57 sene önce darbeci askerler tarafından en alçakça zulümler altında öldürülen Başbakan Adnan Menderes ve iki Bakan’ının âkıbetleri de, ülkemiz insanlarının büyük bir kısmını on yıllar boyu derinden etkileyip, ağlatmamış mıdır?
Kezâ, 13 asırdır, devamlı anlatılarak bugünün insanlarına aktarılan ve yüzmilyonların ağlatıldığı Kerbelâ Faciası da böyle değil midir?
Bu örnekler çoğaltılabilir. Bu gibi cinayetlerin etkileme gücü, herhalde sadece taraftar olunan kişilerin katledilmesi olmayıp, zulmün ve mazlûmiyetin büyüklüğünden kaynaklanmadır.
***
Son haftalar boyunca ‘Cemâl Kaşıkçı Cinayeti’ etrafında oluşan duygu atmosferi de, onu tanımayan, onunla hiçbir ilgisi olmayan pek çok kesimleri de sadece ülkemizde değil, dünyada da derinden meşgul etti ve sarstı.
Bu ilgi, sadece bir takım diplomatik odakların menfaat devşirmek taktikleriyle izah edilemez. Üstelik de, bir cinayete kurban giden kişi hakkında da fazla bir bilgi sahibi değiliz. Ayrıca, onun, yarım asrı geçen ömrünün büyük bir bölümünde, Suûd rejimine bağlı birisi olduğu da bilinmektedir. Ki, kendisi de kaybolmasından üç gün önce, (ing) BBC yayın kuruluşuna, ‘yayınlanmaması’ ricasıyla verdiği mülâkatta, Suûd rejiminin ağır baskıları karşısında ‘kendisini bile artık bir muhalif gibi hisssettiğini’ söyleyerek, muhalifliğinin yeni başladığını zımnen belirtmişti.
***
Bu korkunç cinayet karşısında, Suûd rejimi, önce çelişkili açıklamalara tutunmaya çalıştı ama mızrak çuvala sığmayınca ve de TC Başkanı Tayyip Erdoğan’ın bütün diplomatik inceliklere riayet ederek Suûd rejimini açıklama yapmaya zorlaması karşısında, Kaşıkçı’nın öldürüldüğünü açıklamak zorunda kaldı. Ama ceset ortada yok.. Eğer ceset, konsolosluk dışına çıkarılmışsa, bu diplomatik kriz daha da büyür. Erdoğan’ın 4 Kasım günü Washington Post’ta yayınlanan makalesinde de, bu cinayetin üstünün, diplomatik münasebet ve menfaatler gereği yok sayılamayacağını, örtülemeyeceğini çok net olarak beyan etmesi, bunun bir işareti...
***
Erdoğan’ın o yazısında, Kaşıkçı’nın öldürülmesi emrinin Suûd rejiminin en üst makamlarından verilen emirle yerine getirildiğine dair kesin bir kanaat belirtmesi ve sadece -ve herhalde ileri derecede yaşlılık dolayısyla meselelerden haberi olmaması muhtemel olan- Kral Selman’ı konu dışında tutması, bu cinayetin en tepe noktasında Veliahd Muhammed bin Selman’ın olduğu görüşünü daha bir güçlendirmektedir. O kişinin bugün İsrail rejimi başbakanı Netanyahu ve Amerikan Başkanı Trump tarafından, sadece menfaatlerini gözönüne alarak korunmak istenmesi de önemli bir ipucu çıkarmakta ortaya..
Evet, cinayetlerin büyüklüğünü, sadece mazlumiyet değil, zulmün büyüklüğü de belirler.
Dileğim, o menhûs Suûd rejiminin zulmünde ve mazlûm kanlarında boğulması ve bu cinayetin onun zevâline hizmet etmesidir.