25 yıl öncelere aid videosu gündeme gelen ve şimdi hayatta olmayan ünlü bir tv. programcısının sorularına cevap verirken, 'Refahyol Hükûmeti'ni ben yıktım' diyen bir siyasetçi, bu durum kendisine hatırlatılınca, mantıkî muvazenesini kaybetmişçesine; 'Bunu söyleyenlerin zekâsızlığını' keşfetmiş ve 'onlara acıdığını' lûtfetmiş..
Acaba doğru mu söylüyor?
Hayır!
Çünkü, Erbakan- Çiller başkanlığındaki koalisyon hükûmetini 6'ncı ayında iktidardan indirmeye yönelik 'askerî darbe'nin dayatması olan '28 Şubat 1997 Kararları' konusunda; 'Doğru olduğuna can'u gönülden inandığım için o kararları uygulayacağım..' demişken; sonra bu hususlar hatırlatıldığında, -herkesi bir şeyler yerine koyarcasına-, 'Ben 28 Şubat'ta aslanlar gibi mücadele ettim, direndim' demişti.
Şimdi ise, 'O Hükûmeti ben yıktım.. Kadınlarla el ele vererek..' şeklindeki sözlerini tevil etmeye çalışıyor ve 'Ben, Refahyol- ANAP koalisyonunu ben yıktım diyorum.' şeklinde izahlar yapıyor.
Halbuki, 'Refahyol-ANAP' diye üçlü bir 'koalisyon' yoktu ki, yıkmış olsun.. Bu hamfendi, başkalarını zekâsızlıkla suçladığına göre, şimdi, kendisine nasıl bir sıfatı lâyık görüyordur?
Biz, yine de, onun sözlerini 'sürç-ü lisan' olarak niteleyelim, başkalarını hemen zekâsızlıkla suçlayışındaki duruma düşmemek için..
*
Bu hamfendi, 9 Kasım günü konuşmasında da, 1 gün sonraki mâtemi için konuşurken, ya da, '-kendisinin bu konudaki eski sözüyle- 'iman tazelerken', 1919'lara gidiyor ve 'Devletin başında o zaman da bugünkü gibi, yine çapsız kimseler vardı..' diyerek, sadece Sultan Vahdeddin'e, (evet, evet, Osmanlı ordusundaki paşalarından birisi olan Mustafa Kemâl'i, emrine 50 kadar subay ve diğer imkânlarla Samsun'a gönderen -o zamanki- Devlet Başkanı Vahdeddin'e) 'çapsız' demekle yetinmiyor; aklınca, bugünküne de 'çapsız' diyordu.
Biz de kendisine, 'çok çaplı bir siyasetçi' dersek, ne kadar 'çaplı' olur? Hele de dünya siyaseti konusunda doğru-dürüst bir söz söyleyebildi mi hiç?
*
Bu vesile ile, işbu siyasetçi hamfendi'nin, DYP'de Tansu Çiller'in yakınına kadar sokulan ve 'Erbakan- Çiller karma hükûmeti'nde çok önemli mevkilere gelişine ve 2001'de, AK Parti'nin kuruluş günlerinde, Tayyib Bey'e de yaklaşmasına ı ve amma, Tayyib Bey'den beklediğini elde edemeyişine ve AK Parti'den istifa edip MHP'ye geçişine de değinelim.
O günlerde kendisiyle yapılan bir röportajda kendisini 'taşranın kızı' olarak niteleyen bu hamfendinin, o röportajda söylediklerinin özeti şöyleydi:
'AK Parti Genel Merkezi'ne birkaç ay gidip çalışmış.. Tayyib Bey de ona hep saygılı davranmış, '...Abla' diye hal-hatır sormuş..
Kendi ifadesine göre, bir gün, Tayyib Bey'e demiş ki, 'Tayyib Bey, ben sizden hiç bir şey istemiyorum. Sadece, partinin asıl siyasetini belirleyen 3 kişiden biri olayım..' (Ne kadar kanaatkâr değil mi?)
Tayyib Bey bir şey söylememiş..
O da, bir süre daha gidip gelmiş, AK Parti Genel Merkezi'ne.. Ve Tayyib Bey de her görüşünde ona yine, '... abla' diye hitab edip, hal-hatır sormuş, ama, 'AK Parti'nin siyasetinde söz sahibi 3 kişiden birisi olması' yönündeki talebine hiç karşılık vermemiş. Ve, 'taşra kızı' da, kendisinin 'vitrin malzemesi' olarak kullanılmak istendiği zehabına kapılıp istifa etmiş..
Herhalde ihtiraslarına ulaşma imkânını orada da bulamamış ki, sonrası, mâlûm..
'İhtirassız' kişi siyasetçi olamaz derler. Ama, akıllı siyasetçi, ihtirasının kurbanı veya fedaîsi olmamak için, ayaklarını yere sıkı basmalı ve gözü kapalı yol almamalı..
*
Gelelim, ikinci bir konuya..
'Âli Nişân'ın, 'Ali Nişanı' diye okunması komikliği..
Eskiden 'askerî eğitim merkezleri'nde bir de 'Ali'ler Okulu' vardı.. Okuma yazmaya bilmeyen 'erat'a, 'Ali okula gitti. Ali pazara gitti. Ali hasta oldu. Ali doktora gitti. Ali öldü.' gibi kısa kısa cümleler yazdırılıp okutulur- öğretilir, başarılı olanlara bir belge verilir ve buna 'Ali Diploması' denilirdi.
'Türk Devletleri Teşkilatı'nın Özbekistan'ın ve de Orta Asya'nın en ünlü ve de en güzel şehirlerinden Semerkand'da yaptığı son toplantıda, Türkiye Başkanı Erdoğan'a, 'Türk Dünyası Âli Nişânı' takdim olundu, Özbekistan Başkanı Şevket Mîr Ziyâyev tarafından..
Buradaki 'âli', en yüksek, en büyük mânâlarındaydı. Yani, 'Türk Dünyası'nın en büyük, en yüksek nişanı..' idi.
Ama, bu 'Âli Nişân' ne mi oldu?
'Ali Nişanı'!
Hangi 'Ali'nin nişanı'dır bu? TRT dahil, hemen bütün medya organlarında 'Ali Nişanı' denilip duruldu.
Anlıyor musunuz, 'Türk Dil Kurumu' üyeleri? Bu sizin kurumunuzun marifetidir. Bilgisayarların klavyelerinden kaldırttınız, bazı işaretleri..
Özellikle biraz uzatılarak telâffuz edilmesi gereken bazı 'a, i, ve u' seslerini gösteren harflerin üzerine konulması gereken ve 'şapka' denilen (^) işareti bile kaldırttınız; 'âli' oldu, Ali..
'Kâr' oldu, kar..
'Kârı nasıl gidiyor?' yerine, başka türlü yazım..
'Hâlâ gelmedi mi?' yerine, 'Hala gelmedi mi?' şeklinde yazılır oldu. Kaba-saba, iç ahengini yitirmiş kelimeler yığını sökün ediyor.
Yeni nesillerdeki telâffuz bozukluğu görülmüyor mu?
Lâtin alfabesini kullanan halklar, dillerinin iç ahengini ve müzikalitesini bozmamak için, bazı harflere, ( é, è, ê, ė, ē, ї, î, ä, á, â, æ, œ, û, ñ) gibi ek işaretler koyuyorlar, bazı kelime, terim ve seslerin doğru yazılabilmesi için, 'x, ħ, q' -iki 's' yerine- ß' vs. gibi bazı harflere baş vuruluyor. Bizde ise, harflerin seslere değil, seslerin harflere uydurulmasına çalışıldı- çalışılıyor.
Ve medyamız, batımızdaki ülkelerin özel isimlerini olduğu gibi yazıp, nasıl okunacağını öğrendikleri halde; hele de Müslüman halkların farklı yazımlı özel isimlerini ve de terimlerini, 'Türk standartları'na göre yazmayı asıl alıyorlar ve ortaya komik telâffuzlar çıkıyor.
Halbuki, hele de bundan sonra, 'Türk Devletleri Teşkilatı'nın halkları arasındaki derin lehçe ve şive farklarını koruyarak birbirini anlayabilmesi için, bazı kelimelerin yazılışını öğrenmek ve bunun için de, bizdeki mevcud alfabeye, en az 5-6 tane harf daha eklemek gerekecek..
Kaldı ki, ülkemizde yabancı, hele de İngilizce kelimelerin aslî şekliyle telâffuz olunması hemen öğrenilmiyor mu?
TDK, kendisini şimdiden, yarının ihtiyaçlarına hazırlamalıdır. Yoksa, yukarılardan verilen emirlere göre hareket etmek zorunda kalır; benden söylemesi..
*