Gazze olayları, artık kanıksadığımız mevcut bölünmüşlük halimizin çoktan dramatik bir çözülmeye dönüştüğünü gösterdi. Bugüne kadar, sadece coğrafi ve bir ölçüde siyasi olarak bölündüğümüzü, ama bir ümmet olarak ayakta olduğumuzu düşünüyorduk oysa. Görüldü ki coğrafi ve siyasal bölünmüşlük ruhlarımıza kadar sirayet ederek aidiyet açısından bizi bir ümmet olmaktan fersah fersah uzaklaştırmış. İki milyara yakın nüfusu bulunan bir ümmetin, bu kemiyetteki cesametine rağmen, gözlerinin önünde işlenen bu cinayeti bu kadar umursamaz bir şekilde seyretmesi başka türlü izah edilemez. Bir keresinde Gazze'ye neden destek olmadıklarını açıklamaya çalışan bir Arap entelektüeli izlemiştim. "Filistinliler Arap değildir" gibi bir söz etmişti. Bir mazluma yardım etmenin ölçütü, onun kendisinin kavmine mensup olmasının gerektiğine ilişkin bir ahlaki çürümüşlük örneğiydi bu söz. Buna karşılık, bazı Kürtler "Filistinliler Arap'tır, bizi ilgilendirmez" diyorlar ve hatta Siyonistlerle "Kürt-Yahudi kongresi" adı altında bir rezalete bile imza atabiliyorlar. Filistin'e arka çıktığını söyleyen bazı Türklerin de "Filistinliler Türk'tür" dediğini bizzat duydum. Mazlumun yanında durmanın veya durmamanın ölçüsünü görüyor musunuz? Bir ümmetin çürümesi ve çözülmesi ancak böyle olabilir.
Bunun adı çözülmedir, hem de ilmek ilmek. Peygamberimizin (s.a.v) "Bu din ilmek ilmek çözülecek" şeklindeki hadisinin mucizevi bir misdakı ile karşı karşıyayız. Etnik, mezhebi, dini olarak akıl almaz bir ayıklamaya tabi tutuluyoruz. Bu ayıklamalar neticesinde ortaya çıkan olgular da ümmet bütün içinde ifade ettiği anlam zenginliğinden soyutlanmış, yoksullaşmış olarak karşımıza çıkıyor.
Bir kilimi oluşturan renklerin, desenlerin, ilmeklerin, düğümlerin ve diğer unsurların çözülerek anlamsız bir yığına dönüşmesini andırıyor bir zamanlar ahenkli bir renk cümbüşünü temsil eden İslam ümmeti. Bir binanın bütünlüğü içinde anlamlı bir konuma sahip taşların, duvarların sökülmesiyle birlikte sıradanlaşması, gelip geçenlerin dudak bükerek baktıkları bir eski zaman malzemesine dönüşmesi halini yaşıyoruz.
Çözülme, dini, mezhebi, etnik hususlarıyla da sınırlı değil. Artık kahramanlar da korkunç bir ayrışmaya tabi tutuluyor. Son günlerde Selahaddin Eyyübi gibi tamamen ve sadece İslam ümmetinin bir kahramanı olan bir kişi, akıllara durgunluk veren bir tartışmanın konusu olmuş bulunuyor. Kürt müdür Türk müdür diye. Elbette Selahaddin Eyyübi'nin bir ailesi, bir ırkı vardır ve genel kabule göre de bu kavim de Kürtlerdir. Ama Selahaddin bu çözülme sürecine kadar tamamen ve sadece İslam'ın bir kahramanıydı. Kürt, Türk, Arap, bütün Müslümanlar ona sahip çıkıyor, onu kendinden biliyordu. Etnik aidiyetini sorgulamadan. Berberi Tarık b. Ziyad, Arap Halid b. Velid, Türk Fatih Sultan Mehmed gibi. Bu isimler söylediğim gibi mutlaka bir kavme mensup olmakla beraber bütün Müslümanların göz bebekleri ve gurur kaynaklarıydılar.
Bugünkü çözülme sürecinde, tamamen ve sadece bir kavmin değeri gibi sunulmaları onları yoksullaştırır, yoksunlaştırır, yalnızlaştırır. Ayrıca sınırları içine hapsedildiği kavme de kazandıracağı bir şey olmaz. Çünkü onlar ne yapmış ve ne söylemişlerse, sadece ve tamamen yüce Allah'ın dininin yüceltilmesini amaçlamışlardı.
Selahaddin Kürtlük gütmediği gibi Alpaslan da Türklük gütmedi. Bizim ısrarla bu İslam kahramanlarını bir kavmin içine hapsetmemiz çözülme sürecimizi hızlandırmaktan başka bir işe yaramaz.
Kürt olmak, Türk olmak, Arap olmak değil ama bu kavimlerin anlamsız davasını gütmek yüz yıllık esaretimizi, sömürgeliğimizi pekiştirir sadece ve o kahramanların da ruhları muazzep olur.
Gazze'den ders alsak bari.