TBMM'de kurulan Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu çalışmalarını sürdürüyor. Siyasi partilerin raporları Meclis Başkanlığı'na sunuldu.
"Terörsüz Türkiye" süreci, sadece bir güvenlik meselesinden ziyade, Türkiye siyasetinin sorunu nasıl adlandırdığı, neyi merkezde tuttuğu ve hangi dili meşru saydığı üzerinden ilerliyor. Siyasi partilerin komisyona sunduğu raporların tam metinlerine erişemedik. Ancak temel başlıklar basına yansıdı.
Basına yansıyan özetler, açıklamalar ve karşılıklı eleştiriler üzerinden bakıldığında, raporlar arasında bir hedef birliği olduğu söylenebilir: Silahın ve terörün ülke gündeminden düşürülmesi, toplumsal gerilimin düşürülmesi ve yeni bir normalin inşa edilmesi. Ancak bu ortak hedef, aynı sorunun tanımlandığı anlamına gelmiyor. Aksine, raporlar arası farklar; Türkiye'de "terör", "Kürt meselesi", "demokratikleşme" ve "devlet aklı" kavramlarının hâlâ birbiriyle temas etmeyen Meclis çatısında dolaştığını düşündürüyor.
AK Parti ve MHP çizgisinde şekillenen rapor dili, sorunu ağırlıklı olarak örgütsel tasfiye, silah bırakmanın tespiti ve hukuki-teknik düzenleme ihtiyacı üzerinden ele alıyor. Bu yaklaşım, devletin güvenlik kapasitesini ve denetim gücünü merkeze alırken, toplumsal boyutu daha çok sonuç alanına havale ediyor. "Demokratikleşme" kavramı bu metinlerde yer alsa da, daha çok devletin yönettiği bir süreç olarak kodlanıyor.
DEM Parti'nin diğer partilere itirazında, yalnızca teknik bir eksiklik iddiası değil; daha çok sorunun inkâr edildiği algısı yüksek. Kürt meselesinin yalnızca "terör" başlığı altında ele alınması, DEM Parti açısından, çözümün zeminini daraltan bir tercih olarak görülüyor. Bu itiraz, meselenin güvenlik boyutunu reddetmekten çok, sorunun siyasal ve toplumsal niteliğinin görünmez kılınmasına yönelik.
CHP raporu ise bu iki eksen arasında farklı bir yerde duruyor. CHP, kendisini "Kürt sorunu raporu" yazmakla sınırlı görmediğini özellikle vurguluyor ve eleştirileri bu noktadan karşılıyor. Raporun daha geniş bir demokratikleşme, hukuk devleti ve temel haklar çerçevesi sunduğu iddia ediliyor. Bu yaklaşım, sorunu etnik bir başlığa indirgememeyi amaçlasa da, DEM Parti nezdinde meselenin öznesizleştirildiği ve fazla genelleştirildiği izlenimini yaratıyor. Böylece CHP ile DEM Parti arasındaki ayrışma, güvenlikten ziyade kavramsal öncelikler üzerinden şekilleniyor.
Kamuoyunda bir süredir terörün içeride bitirildiği biliniyor. Yukarıdaki tablo "Terörsüz Türkiye" sürecinin aslında terörden çok siyasetin kendisiyle ilgili olduğunu düşündürüyor. Raporlar arasındaki benzerlikler hedef düzeyinde; ayrışmalar ise tanım, dil ve siyasal tahayyül düzeyinde belirginleşiyor.
DEM Parti anadilde eğitim talebini ısrarla gündemde tutarken, bu talebin mevcut anayasal ve kurumsal çerçevede karşılanmasının mümkün olmadığını gayet iyi biliyor. Zira "anadilde eğitim" ifadesi, çocukların matematikten fen bilgisine, tarihten coğrafyaya kadar tüm dersleri Kürtçe alması anlamına gelir. Böyle bir modelin, Kürt çocuklarını ülkenin ortak eğitim ve fırsat yapısından uzaklaştırma, uzun vadede ise ayrışmayı derinleştirme riski taşıdığı bir gerçek.
Buna karşılık anadilin öğrenilmesi ve öğretilmesi tartışmasız biçimde temel bir haktır. Nitekim geçmiş yıllarda bu alanda önemli adımlar atılmış, 2012'de mevzuat bakımından düzenlemeler yapılmıştır. Ortaokullarda bu derslerin seçilmemesi için örgütün baskı yaptığını da gayet iyi biliyoruz. Bu derslerin saatlerinin artırılması, her bireyin okul ortamında kendi köken dilini öğrenebilmesi pedagojik, bilişsel ve psikolojik açıdan da anlamlı katkılar sunabilir. Ancak "anadilde eğitim" başlığında ısrar etmek, meseleyi hak temelli bir dil öğretimi alanından çıkarıp, eğitim sistemi üzerinden yeni toplumsal fay hatları üretme riskini beraberinde getirir.
Kamu kurumlarında Türkçe bilmeyen yurttaşlara zaten imkanlar dahilinde tercümanlık desteği verilmekte. Bölge halkına doğrudan Kürtçe hizmet vermek hem bütçe gideri açısından imkansızdır hem de bölgede görev yapacak personeli ayrıştırmaya sebep olacaktır. Mesela Sağlık Bakanlığı bir göz doktorunu Şırnak'a yollarken Kürt olmasına mı bakacak? Bu tür taleplerin hangi sonuçlar doğuracağını hesap etmeyen DEM Parti, toplumsal bütünleşme yerine toplumsal ayrışmaya odaklanmış görünüyor.
DEM Parti'nin Umut Hakkı, Anadilde Eğitim, Çokdilli Hizmet talepleri sürece dair raporda birer tıkaç gibi duruyor. DEM Parti'nin Türkiye'nin büyük çoğunluğunun kabul edebileceği öneriler getirmek yerine kamuoyunu rahatsız edecek aşırı taleplerde bulunması süreci tıkayabilir. Oysa herkesin konuştuğu ve her başlığın tartışıldığı bir döneme hep birlikte tanık olduk.
Neticede siyasal aritmetik ortada ve toplumsal bakışta alınabilecek mesafeler belli. Daha demokratik, eşitlikçi bir dönemin kapısındayız. Bu süreçte bölgede yaşanabilecek gelişmeler de hesaba katılmak zorunda. Sınırların tartışıldığı bir Orta Doğu şafağındayız. Terör örgütlerinin, yani devlet dışı aktörlerin tasfiye edilmesi gündemde. İbrahim Anlaşmaları bölgeye ticaret entegrasyonu vaat ederken bölgedeki riskli alanları minimize etmeyi planlıyor.
Türkiye bu dönemde sınırlarını korumanın yanı sıra sınır ötesinde yaşanacak gerilimlerden zarar görmemek ve kitlesel göç hareketlerine karşı hazırlıklı olmak istiyor. DEM Parti'nin küresel ve bölgesel gelişmeleri hesap ederek makul taleplerde bulunması sürece katkı verebilir. Aksi halde marjinalleşerek geçmişteki gibi çözüme direnen bir pozisyona hapsolacaktır.
Sağduyu; herhangi bir dili veya kimliği yok saymak değil, her ferdin bu ülkenin eşit ve onurlu bir parçası olduğu gerçeğini, ortak geleceğimizi riske atmadan tahkim etmeyi gerektirir. Türkiye'nin önündeki bu tarihi fırsat penceresi, imkânsız senaryolarla değil, gerçekçi ve kucaklayıcı bir siyaset diliyle değerlendirilmelidir.