Bir seçim dağdağası, gailesi ya da curcunası geride kaldı..
Bu seçimde, AK Parti ve MHP’nin açıkça; CHP- İP’in açıkça ve HDP ve SP’nin ise kağıt üzerinde gözükmeyen, ama fiiliyatta oluşan yarı açık ittifakları sonunda ülke genelde, iki büyük blok halinde bir yeni yapılanma yaşadı.
Her ne kadar kesin olmasa bile, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) elindeki verilere göre, seçmenlerin yüzde 85’inin katıldığı oylamada yüzde 52’sinin (AK Parti- MHP’den oluşan) Cumhur İttifakı’na; yüzde 38’inin de ‘CHP-İP- HDP ve SP ile fiilen’ oluşturulan ‘Millet İttifakı’na destek verdikleri görüldü.
Yüzde 85’lik bir katılım, dünyadaki örneklere bakıldığında oldukça yüksek olsa bile, yüzde 15’lik dev bir seçmen kitlesi, her iki tarafa da itibar etmeyen bir büyük üçüncü blok halinde.. Bir dördüncüsü de, ‘Geçersiz oy kullananlar bloku.’ Seçim sonuçlarına -bu zamana kadar görülmeyen yoğunlukta- yapılan itirazlar bile bu durumun net göstergesi..
(Burada SP’yle ilgili bir noktaya da değinmek gerekiyor: Çoğu ‘ehl-i namaz’ olan bu taifenin, ne pahasına olursa olsun Erdoğan’ı zayıflatmayı birinci hedef belirledikleri biliniyor. Nitekim, İstanbul’da 103 bin oy alan bu taifenin, kimin lehine çalıştığını ayrıca sormaya gerek yok.. Ama yıllardır, liderleri T. M’nin deyimiyle, bir ‘dip dalga’ ile yükseleceklerini umuyorlar.
1 Nisan günü öğle namazında İst.-Koşuyolu’ndaki bir câmideydim. 20-25 kadarlık bir cemaat idik. Aynı safta namaz kılanlar olarak câmiden çıkışta, 6-7 kişilik bir hacı âbiler grubu, ‘Çok güzel oldu.. Şeker gibi oldu.. Bir tokatımızı yemeleri lâzımdı. Kibirlerinden geçilmiyordu’ diyerek, İstanbul’un mâlum laik cenaha geçmiş olması ihtimaliyle, birbirlerine memnuniyetlerini dile getiriyorlardı. Bunun üzerine, ‘fakir’,‘Ayıptır yahu.. Aynı safta namaz kıldıktan sonra şimdi burada hangi çevreler adına seviniyorsunuz’ demek zorunda kaldım. Çünkü kazanamayacaklarını bile bile, İstanbul’da 103 bin oyla, Erdoğan nefretlerini taçlandırmışlardı. Kemalist-laik cenahın bu dip dalga bekleyicilerine, nasıl teşekkür ettiklerini tahmin edebilirsiniz. Ki, onların, 15 Temmuz Darbe Hıyaneti öncesinde de Pensilvanya Şeyhi’nin bağlılarına, ‘Sağ olasınız hacı amcalar, size minnettarız!’ cümleleriyle teşekkürlerini gazetelerinin manşetinden bildirdiklerini hatırlayalım.
‘Fakir’i yaralayan, balta darbesini yiyen ağacın, ‘Sapı bendendir..’ diye yakınması gibi bir durum..)
***
Bu seçimlere mahallî seçim denilerek, önemsiz gösterilmeye çalışılsa bile, ülke içinde de, dışında da dikkatle izlendi.. Özellikle 25 senedir (sonradan AK Parti’yi de kuran) kadrolarca yönetilen Ankara ve İstanbul’un, el değiştirme ihtimali noktasına gelinmesi, hele de dış dünyada, ‘Erdoğan’ın inişe geçtiği’ şeklinde değerlendirilmek istendi.. Ancak bu tablo, gerçeği yansıtmıyor. Çünkü AK Parti, 17 yıllık bir iktidarın yıpranma payı göz önüne alınsa bile, seçmenlerin yüzde 45’inin desteğini almıştır. Ve en yakın rakibi olan ana muhalefet ise yüzde 30!
***
Denilebilir ki, iktidarın hiç mi yanlış yok.. Olmaz olur mu? Pek çok.. Bunu T. Erdoğan da kabul ediyor. Hatasız insan arıyorsak, bir ütopya peşindeyiz demektir.
Ancak.. Bu sütunda birkaç kez değinildi, yine de tekrarlanmasında fayda olsa gerek..
Hattâ inanç konularında dikkatli oldukları kabul edilen bazı kimseler bile, ‘İyi işler yapsınlar da kim olursa olsun!’ diyebilmekteydiler ve bu sözün hiçbir mantıkî temelinin olmadığını düşünememekteydiler. Halbuki, herkesin ölçüleri kendi inanç veya ideolojik ölçülerine göre şekillenir. Herkes, kendi aslî ölçülerine göre iyi olanı yapmaya çalışır veya çalışmalıdır. Çünkü aslî ölçülerimiz, başkalarının aslî ölçüleriyle taban tabana zıd ise o zaman iyi ve doğrunun ölçüsü nasıl belirlenebilir?
(Bazı noktalara daha değinmek gerekiyor. İnşaallah gelecek yazıda..)