Artık iyiden iyiye görünür olan bloklaşma, Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısını alternatif düzen arayışlarının daha net ifade edildiği bir platform haline getirdi; Türkiye'nin bu toplantıdaki varlığı ise Ankara'nın yalnızca bölgesel değil küresel denklemde de söz sahibi olduğunu bir kere daha gösterdi.
Çin, Rusya, Türk devletleri ve bölge ortaklarının buluştuğu zirvede Erdoğan'ın çağrısı 'adil barış' ve 'kapsayıcı düzen' sözleriyle özetlenebilir. Bu vizyon, bir dünya sorunu olarak gösterilen Ukrayna–Rusya çatışmasında ara buluculuktan Karadeniz Tahıl Girişimi'ne uzanan tecrübeyle birleştiğinde Türkiye'nin masada seyirci değil oyun kurucu olduğunu göstermişti. Erdoğan'ın Putin'i Ankara'ya davet etmesi de bu rolün yeni bir teyidi oldu.
Türkiye'nin Şanghay'daki varlığı, doğu-batı denkleminde ağırlığını artırmak ve akıl tutulması yaşayan Batı'ya başka yolların da mümkün olduğunu göstermek anlamına da geliyor. Yine, 'Dünya beşten büyüktür' çıkışıyla da BM düzeninin iflasını gösterirken Batı kurumlarının kriz çözme kapasitesinin tükendiğini de bir kere daha ilan ediyor.
Türkiye'nin dış politika ve bloklaşmalara karşı tutumunu Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın şu sözü net bir şekilde ortaya koyuyor: "Türkiye coğrafi, beşeri, ekonomik ve tarihi bağları itibarıyla tek bir bloğa sıkıştırılamayacak bir ülkedir. Biz ne Batı için Doğu'ya sırtımızı döneriz ne Doğu için Batı'yı ihmal ederiz."
Erdoğan'ın sözlerini şöyle şerh etmekte fayda var...
Siyasette ezbere dayalı söylem üstünlüğü devam etse de Batı'nın kapitalist hegemonyasının dayandığı ekonomik yapının sarsılması bugünkü düzeni temelden zayıflatıyor. 1980'lerde küresel gayrisafi millî hasılanın yaklaşık yarısını temsil eden G7'nin payı bugün %30'un altına gerilerken, BRICS ülkeleri %35'in üzerine çıkmış durumda. Doğu yükseliyor, Batı düşüyor. Ancak Doğu'nun ekonomik yükselişi henüz bir düzen kurma kabiliyetine dönüşmedi. İşte tam da bu nedenle köprü rolünü Türkiye üstleniyor.
Neden bu kadar güvenli bir cümle kuruyoruz?
Bugün Avrasya ölçeğindeki tedarik zincirlerinin kırılmasını önlemenin en doğru yolu Türkistan'dan Anadolu'ya uzanan hattın yeniden inşasıdır. Bu güzergâh Afro-Avrasya barışının omurgası olacaktır. Çünkü yollar sadece mal değil, güven taşır; güven barışı, barış düzeni doğurur. Türkiye bu hat üzerinde yalnızca bir geçiş noktası değil, düzenin kalbidir.
Üstelik Türkiye'nin barış vizyonu yalnızca Asya ve Avrupa ile sınırlı değil. Afrika'da Libya'da ateşkesin tesisi, Somali'de devlet kurumlarının inşası, Sudan'da çatışmaların dindirilmesi için yapılan arabuluculuk girişimleri, Ankara'nın kıtalar arası barış diplomasisinin somut örnekleri. Suriye'de toprak bütünlüğünü korumaya dönük çabalar, İsrail'in Gazze'deki saldırılarına karşı yükselen vicdan sesi ve uluslararası adalet çağrısı da bölgesel düzen çabası olarak okunmalı.
Türkiye, doğu ve batı arasında sadece coğrafi bir köprü de değildir. Kendi hukukuyla, kendi medeniyet değerleriyle, Mehmet Akif Okur hocanın işaret ettiği "dünyacı milliyetçilik" anlayışıyla barışı ve düzeni tesis edebilecek yegâne ülkedir. Şanghay toplantısında Erdoğan'ın çizdiği vizyon gayet açık: Türkiye tek kutuplu düzenin bekçisi değil, çok kutuplu geleceğin aktörüdür. Ne Batı'yı kaybedecek ne Doğu'yu reddedecek. İkisini birlikte okuyarak kendi merkezini büyütecek.
Hülasa Erdoğan'ın ifadesiyle...
"Asya ulusu olarak en batıdaki, Avrupa ulusu olarak en doğudaki konumumuz sayesinde; Asya–Avrupa ve Orta Doğu'nun tam merkezinde jeostratejik bir noktada yer alıyoruz. Ulaşım ve iletişimin kesintisiz ve güvenli şekilde sürmesine katkı sunmaya devam ediyoruz."