-Suriye'deki gelişmenin daha aydınlık yarınlara kavuşması temennilerimizle..-
Dün, Suriye'deki büyük sosyal hadisenin, 53 yıllık (Baba-Oğul,Hâfız ve Beşşâr) Esed Hanedanı'nın tarihin karanlık dehlizlerine gönderilmesinin en önemli habercilerinden olan Haleb'in kontrolünün birinci yıldönümüydü.. 'Baba' Hâfız Esed, esrarengiz birisi idi ve Arab rejimleri kendisinden çekinirdi. Bu yüzden, Arab Birliği içindeki tutumuyla ilgili olarak, Arab medyasında, 'poker masasına, elleri boş olarak oturur ve bütün kartları elinde toplayarak kalkar..' gibi değerlendirmeler yapılırdı..
'Diriliş / Rönesans/ Yeniden doğuş..' gibi mânalara gelen 'Baas İdeolojisi'ni aslî mihver kabul eden ve 1952'lerde, Ekrem Horanî, Salâh Bitar, Mişel Eflak gibi isimlerce kurularak Arab toplumlarını, özellikle de genç nesillerini derinden etkileyen Baas Partisi, önce Irak'ta, General Hasan el'Bekr ve yeğeni Saddam Huseyn liderliğindeki askerî darbeyle iktidara gelmişti.
'Baas ideolojisi', 'bütün arab rejimlerinin ve halklarının tek bir hükûmet otoritesi altında birleştirme hayali'ni telkin ediyordu, Arab toplumlarına.. Ve Saddam mağrur bir adamdı.. Hâfız Esed de 1971'de yine bir Baasçı olarak askerî darbe yapmıştı, ama, daha ilk anda, Baas Hareketi'nin liderliğini üstlenmek konusunda Saddam'la ihtilafa düşmüştü.. Saddam , Irak'ın petrol zenginliğini de silah olarak kullandığı için, Baas ideolojinin lider ülkesi olarak Irak'ı ve dolayısıyla kendisini öne sürüyor ve Hâfız Esed ise, buna yaklaşmıyordu.. Lazkiye doğumlu Hâfız Esed'in en büyük gücü ise, Suriye'de (Lazkiye'yi merkez edinen İsmailiye cereyanının) 'Nusayrî/ alevî inancına sahib kesimler içinden çıkan bir general olması idi ve halkın yüzde 10 kadarını teşkil eden bu kesim, Hâfız Esed'in çevresinde ve bütün Suriye'de hâkim bir unsur ve sosyal sınıfa dönüşmüştü..
Fransa ve İngiltere'de tababet okuyarak, 'göz doktoru' olan Beşşâr, Hâfız Esed'in 2000 yılı başında ölmesi üzerine, babasının yerine getirilmişti, Baas Partisi kadrolarınca..
Ama, Baas Partisi ve ideolojisi, hâkimiyeti elde etmek ve korumak için her şeyi caiz bildiğinden, bir korku mekanizmasına dönüşmüştü, Osmanlı'nın yerine kurulan hemen hemen bütün rejimlerde görülen uygulama örneklerinde olduğu gibi... Ve, 'Ben kandan hoşlanmadığım için, kan dökmenin en az olduğu göz doktorluğunu seçtim..' diyen Beşşar da, başında bulunduğu Baas Partisi kadrolarının bütün zorbalıkları ve cinayetlerinde, babasından da, Irak'taki Baasçı Saddam'dan da geri kalmamıştı..
*
Evet, dün, Ahmed Şara liderliğindeki direniş güçlerince Baas rejimi güçlerinin elinden alınmasının birinci yıldönümüydü.. Haleb'de Suriye'nin, 'çiçeği burnunda' yeni lideri Ahmed eş'Şara, Haleb Kalesi önünde toplanan binlerce insana hitaben ediyordu..
Bu hadiseyi daha iyi anlamak için önemli bir noktayı belirtmekte fayda var.
Beşşar Esed, Haleb'in direniş güçlerinin eline düşmesi üzerine, hemen Moskova'ya gidip Putin'den, , Haleb'in bombardıman edilmesini istemişti. Putin ise, -Moskova kaynaklı yorumlarda yapılan açıklamalardan anlaşıldığına göre- Esed'e, 'Erdoğan'la görüşmesini' tavsiye etmişti.
Esed ise, 'Erdoğan'la ancak Haleb'in kurtarılmasından sonra görüşebilirim, ama, bugünkü durumda olmaz...' demişti..
Elbette öyle bir durumda , Esed'in Erdoğan'la görüşmeyi kabul etmesi, psikolojik açıdan, Erdoğan'ın iradesine teslim olması ve yenilgiyi kabul etmesi olarak algılanacaktı..
Çünkü, Türkiye Başkanı Erdoğan, hele de Arab Baharı diye nitelenen ve son 15 yılı aşkın bir süre çoğu Arab ülkelerinde derin sarsıntılar meydana getirmiş olan çalkantı boyunca, Suriye'den Türkiye'ye sığınmış olan 4-5 milyonu bulan Suriyelilerin ağır sosyal şartlarının sevketmesiyle, o son aylar içinde birkaç defa, Suriye lideri Esed'i, 'Gel konuşalım..' diye müzakere masasına çağırmıştı.. Bazı çevreler Başkan Erdoğan'ın bu çağrılarını yapmasının sebebini anlayamadılar.. Esed de anlamamıştı ki, bunlara cevap vermekten kesinlikle kaçınıyordu.. Hattâ Putin de anlayamamıştı, bu durumu..
Esed, Erdoğan'ın çağrılarına cevap vermeyi, yenilgiyi kabullenmek mânasına geleceğini düşünüyor olmalıydı herhalde.. Ve amma, bu korkular, onun, Suriye'deki sonunu getirmekten kurtaramadı.. Ve sonunda olanlar oldu..
Ki, , Haleb'in düşmesini takiben, 1-2 hafta içinde Hama, Humus ve sonunda 40 bine yakın güçlü bir askerî birlik tarafından korunan Şam'ın düşmesini, hayretle karşıladığını belirtmekten Putin de kendisini alamamıştı.
Bu vesileyle, İran Meclisi'nin 'Dış Siyaset ve Millî Emniyet Komisyonu'nun evvelki başkanı olan 'Haşmetullah Felahatpişe'nin, 'Suriye'de Esed rejimine yardım yapmayın, dedik, ama, 30 milyar dolarımızı yine de verdiler!' diye İran medyasında feryad edercesine yaptığı bir iç tartışmayı da hatırlayalım..
*
Bir diğer konuya da kısaca değineyim..
Bu çağın şartlarına göre değerlendirmeler yapmaktan gereği..
29 Kasım Cumartesi sabahı İstanbul Boğazı'na hâkim tepelerden bir mekânda, yüzlerce kişinin katıldığı kahvaltılı büyük bir toplantı vardı.. Davet edenin İslamî kimliğini bildiğim için ve davet ettiklerinin de genel eğilimlerine yabancı olmadığımı düşünerek, İstanbul'da üniversitede okuyan Afganistanlı bir genç ve bir de üniversiteden, yakından tanıdığım bir Prof. arkadaşla birlikte katıldım.
Hava hafif yağışlıydı.. Boğaz'ı yer yer sis kaplamıştı.. Yani, şairlere ilham verecek bir romantik bir hava vardı..
Kur'an okunarak başlayan programda, müslümanların riayetle mükellef oldukları temel ilkelere ve sadeliğe riayet çerçevesinde kahvaltı yapıldı. Davet sahibinin İslamî hassasiyetlere ve vazifelerimize işaret eden muhtevalı konuşmasından sonra, kendi sahalarında başarılı oldukları anlaşılan bir çok müteşebbislere 'başarı plaketleri' takdim edildi ve onlar da kendi alanlarındaki çalışmalarını anlattılar.
*
Buraya kadar serzenişti gerektiren bir durum yok..
Ama, gönlüm isterdi ki, yüzlerce davetlinin geldiği o kadar büyük bir toplantıda, daha başka konulara, İslam Milleti'nin en azından bugünlerdeki dünya siyaseti içindeki temel meselelerine de değinilsindi. Öyle, umumî dertler pek dile getirilmedi.. Hattâ, bir kısmının dünyada olup bitenlerden haberi bile yoktu. Dar çerçevedeki sohbetler genelde, hal-hatır sormalar etrafında yapılıyordu. Halbuki, bu gibi küçük konular yerine, 'Bais-i şekvâ bize hüzni umûmîdir Kemâl, / Kendi derdi gönlümün, billah gelmez yâdıma..' diyen Nâmık Kemal gibi, şahsî konuların dışında, dünya siyasetini yeniden şekillendirmeye çalışan şeytanî odakların entrikalarına dikkat çekilmeli değil miydi..
*
Meselâ, modern zamanların Amerikan kralı durumunda olan Trump'ın, Afrika kıtasında, yüzde 70'inden fazlasının Müslümanlardan oluştuğu en büyük nüfus kitlesine sahip olan 200 milyonu aşan Nijerya'da, 'Hristiyanların öldürüldüğü ve bu cinayetlere seyirci kalınamıyacağı' gerekçesiyle Amerikan donanması ve savaş uçaklarından oluşan filoları bölgeye göndereceğini açıklamasından, bir çoğunun haberi bile yoktu..
*
Kezâ, Türkiye'ye yatırım yapmaya gelen bazı yabancı devlet veya şirket, medya organlarınca bile Türkiye'ye 30-40 milyar dolarlık bir yatırım imkanı.' diye müjdeler verilirken, Müslüman dünyasının zenginliklerinin 100 -200 milyar değil, 1 trilyon dolar halinde Amerikan emperyalizmine peşkeş çeken Suûdî rejiminin Veliahd görünümlü, gerçekte ise, fiilî kralı M. bin Selman'ın son 'cömertlik'(!) gösterisinden bile habersiz olan nicelerine, bu konuda birkaç cümle edilmeli değil miydi?
*
Aynı şekilde, 1,5 milyarı aşkın Katolik Hristiyanlar'ın ruhanî lideri Papa 14. Leo'nun ülkemize ziyarete gelmesinin altında, -kaldı ki, Başkan Erdoğan Hükûmeti'nin kabulüyle gerçekleşen bu ziyaret üzerine-, bir takım kurnazlıklar ve hileler olup olmadığı etrafında konuşulurken; içerde İslamî kimliğimizin nasıl daha bir güçlendirilmesi gerektiği üzerine konuşulmalı değil miydi?'
*
'Muslim News Nigeria' (Nijerya Müslüman Haberleri) gazetesince düzenlenen "Müslüman Şahsiyet Ödülü"nün bu yılki kazananı, Gazze halkı oldu.
'Muslim News Nigeria'nın sorumlu müdürü Râşid Ebubekr, Gazze'nin sesini ve direncini dünyaya duyurma sorumluluğunu taşıdıklarını anlatarak, "Bu ödül hem hayatta kalanlara, hem de İsrail'in saldırıları sırasında hayatını kaybeden 68 binden fazla şehide saygının gereğidir.' ifadesini kullandı.
Gazze halkının açlık, bombardıman ve yerinden edilme gibi ağır baskılara rağmen haklarından vazgeçmediğini belirten Ebubekr, Filistin halkına desteklerini sürdürecekleri değerlendirmesinde bulundu.
Nijerya gazetesince, geçen yıl Gazze'de bir bacağını kaybeden 'TRT- Arabî kameramanı Sami Şehadeh, Filistinli plastik cerrah Dr. Ghassan Ebu Sittah, sporcu Osman Dembele, Doç. Ziyaad Mahomed, ödüle lâyık görülürken, Filistinli eğitimci Naglaa (Neclâ) Weshah, 'Yılın Öğretmeni'; Güney Afrikalı insan hakları savunucusu Dr. Fatima Hendricks de "Barış ve Adalet Savunucusu" seçildi.
Bu gibi teşviklerin üzerinde durulması gerekir herhalde..
**