Batı medeniyetinin bugünkü gibi, tarihte eşi görülmemiş uzun süreli ve kalıcı bir egemenlik kurmuş olması, sanıldığı gibi insanlığa sunduğu yüksek değerlerden kaynaklanmıyor. İnsanlık, batı değerlerinin sahte, düzmece olduğunu, esasen batının bir değersizlik medeniyeti olduğunu anlayalı çok oldu. Buna rağmen batı egemenliği hala devam ediyor ve böyle giderse daha da devam edecek. Çünkü insanlık alternatif bulamıyor, daha doğrusu geçmiş müstevlilerden ders almış batı medeniyeti, alternatife giden yolları büyük bir ustalıkla tıkıyor. Mesela Müslüman görünümlü elemanlarının eliyle insanlığın tek alternatifi İslam'ı bir cinayet mekanizması gibi gösterebiliyor.
Bir memleketi egemenlik altına almak için savaşı kazanmanın yeterli olmadığını öğrenmiş olarak geldiler çünkü. Bugün kazandıkları savaşı yarın kaybedeceklerini biliyorlardı gelirken. Biz de öyle düşünüyorduk, bugün yenildiysek, yarın yeneceğiz nasılsa, diyorduk başlarda. Kazın ayağının öyle olmadığını gördük hepimiz. Tarihi didik didik etmişlerdi yeni müstevliler ve kalıcı hakimiyetin yolunu bulmuşlardı.
Rivayete göre, Büyük İskender, zapt ettiği yerlerdeki hakimiyetini kalıcı kılmak için kara kara düşünüyormuş. Hocası Aristo'ya "zapt ettiğim topraklardaki insanları egemenliğim altında tutabilmek için ne yapmalıyım?" diye sormuş. Aristo "İnsanların arasına ayrılık tohumları ek. Birbirleriyle savaşınca, hakem olarak seni çağıracaklar. En önemlisi, onların kendi aralarında anlaşmalarının yollarını kesmen gerekir" tavsiyesinde bulunmuş. Rivayetin mevsukiyet derecesini bilmiyorum, ama realiteye uygun olduğu kesin. Ayrıca İskender'in hakimiyetinin o kadar da uzun sürmemiş olması, hocasının tavsiyesini uygulayacak zamanı bulamamış olması olabilir. Fakat batılılar bu tavsiyeyi uygulayacak zamanı fazlasıyla buldular.
Batılılar buralara geldiklerinde hepimiz bir ve beraberdik. Biz, kardeşlerimizi savunmak için Libyalara, Yemenlere koşuyorduk. Onlar da Anadolu'yu savunmak için seferber olmuşlardı, Hindistan'dan kuzey Afrika'ya kadar. Neticede yenildik. Çok geçmeden bu yenilginin öyle sıradan bir yenilgi olmadığını anladık. Gözümüzü açtığımızda namluları birbirimize çevirmiş olduğumuzu görünce afalladık. Yüzyıldır, aramızdaki ihtilafları çözmeleri için batılıların kapılarını aşındırıyoruz. Yüzyıldır, bizimle aynı isimleri taşıyanların kurdukları rejimlerin zulmünden kurtulmak için Londralarda, Parislerde, Brüksellerde destek arıyoruz. Bize sundukları her destek de esaret boyunduruğumuzun daha bir ağırlaşmasını sağlıyor. Bizim bize uyguladığımız baskı o kadar bunaltıcı ki herkes bu boyunduruğa kendi isteğiyle boynunu uzatıyor. Kapılarında bağlı ... olmaya razıyız.
Sosyal medyada dolaşıma giren haber ve bilgilerin %51 oranında yalan ve çarpıtma olduğunu bu işe kafa yoran uzmanlar söylüyor. Sosyal medyada önüme düşen bir haberi, bu tespiti aklımda tutarak okudum. İsrailli eski bir gardiyan anlatıyordu: Gözleri bağlı Filistinli esirleri korkutup itirafa zorlamak için Yahudi komutan, orduda görevli Dürzî bir askere köpek gibi havlayıp hırlamasını işaret ediyordu ve asker de bu emri yerine getiriyordu. Haberin doğruluğuna ilişkin ihtiyat payını unutmadan söyleyeyim, İsrail'de Yahudi olmayanlar için öngörülen ve öteden beri dünya kamuoyunda dile getirilen konum, bu haberin gerçeği ifade etmesi ihtimalini güçlendiriyor.
Kudüs'e hiç gitmedim. Ama giden dostlarım var. Onların anlattıklarına göre Kudüs sokaklarında, Mescid-i Aksa'nın içinde Filistinlilere saldıran, yaralayan, öldüren, ağır işkenceler eden, İslam'ın hiçbir kutsalına saygı göstermeyen, mesela ayaklarındaki postallarla mescidin halılarını kirleten askerlerin tamamı Dürzîlerden oluşuyormuş.
Geçen hafta, Arap aşiretlerinin Suveyda'ya doğru seferber olmaları bağlamında kaleme aldığım iki yazıda bunu anlatmak istiyordum. Baas rejiminin, Dürzîleri ve başkalarını Siyonistlerin kapısında bekçi k... olmaya razı olacak kadar bunaltmış olması üzerinde düşünelim demek istiyordum.
Ne oldu da "Kardinal şapkasını giymektense Osmanlı sarığını giymeye razıyız" diyenler, Siyon yıldızının gölgesinde bize hırlar hale geldiler? Gözlerimiz bağlıdır diye mi?