10-15 Aralık günleri arasında bir hafta boyunca, Türkiye Yazarlar Birliği (TYB)’nin kuruluşunun 40. Yılı münasebetiyle, İstanbul Şubesi’nin Divanyolu’ndaki merkezi Kızlarağası Medresesi’nde tertiplenen ‘2018-İstanbul Edebiyat Şenliği’, üzerinde durulmayı hak eden bir etkinlik olarak değerlendirilebilir.
TYB Gen. Başkanı Prof. Mûsa Kâzım Arıcan bu şenliğin uluslararası statüye kavuşturulması gerektiğini hatırlattı. Doğrusu, İstanbul bunun için en müsait bir kültür ortamıdır.
***
Gerçi, bazı konuşmacılar başka cenahların,‘Bizim ürettiğimiz değerlere itibar etmemesini örnek alamayız’ gibi yaklaşımlar sergiledilerse de, o cenahın bu edebî faaliyetlere nasıl ‘fransız kaldıkları’nı görüp ders almaları umulur. Çünkü bizde 100 yılı aşkın bir zamandır, milletin temel inanç değerlerine bağlı olarak ya da en azından temel ahlâkî ölçülerine saygı kaygusu taşıyarak yapılan bir sistematik edebî cereyanın varlığından söz edilemez. Bu gibi kaygularla ancak son zamanlarda yavaş yavaş neşv’u nemâ bulmakta..
Nitekim son 100 yılımızda bu sahada kaç isim vardır? Mehmed Âkif, Necîb Fâzıl, Sezaî Karakoç gibi, karşı tarafın da istemeye- istemeye kabullendikleri bir kaç isim..
Bunun dışında, edebiyat kelimesinin ‘edeb’ kökünden geldiği bir yana, son yüzyıllık resmî himayeye mazhar olmuş, beslenmiş ve edebiyat - sanat adına mübtezelliği modernlik adına ön plana çıkarmaya öncelik vermiş yığınla isim, topluma edebiyatçı ve sanatçı olarak takdim edilmeleri üzerinde düşünülmelidir.
Bizim değerlerimize düşman ve onlara nefret duyan insanlara gülücükler yağdırmakla varabileceğimiz yer yoktur. Onun için ‘Tekebbür gösterene tekebbür göstermek, sadaka hükmündedir’ meâlindeki hadis-i nebevî rivayetinin ölçüsünü unutmamak gerek..
***
Bu bakımdan ‘Yazarlar Birliği’ kendi çizgisindeki yazar-çizer, edebiyat ve sanat adamları dışındakileri cezbedememesi tabiîdir. Bu, bir eleştiri değil, olması gerekenin bir tespiti.. Unutmayalım ki Necîb Fâzıl’ın vefat ettiğinin ertesi günlerde; ‘Necîb Fâzıl ölmüş diyorlar, bu haberde bir yanlışlık var, o yeni ölmedi, 40 sene öncelerde, o edebî kabiliyetlerini başka dünyaların emrine verdiği zaman ölmüştü..’ diye yazılmıştı.
***
Bir hafta boyunca süren ve çoğu genç ve onların da çoğu kız öğrenciler olmak üzere izleyicilerle tıklım tıklım olan bir kitle karşısında, eser sahipleri veya o konularda söz söyleyebilecek durumda olanlarca değerlendirildi. Ancak bu arada, bazı konuşmalar vardı ki, bunlar üzerinde bilhassa durulması gerekiyor. Özellikle, Mustafa Özel ve Savaş Barçkin’in konuşmaları son derece dolu idi.
Ancak, Y. Kaplan dostumuzun yaptığı konuşmaya biraz değinilmesi gerekir. Onun, M. Âkif’in ‘Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı, / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı..’ beytini çok yanlış ve tehlikeli olarak nitelemesi ve o beyti Tayyip Bey’in de sık sık okuduğuna değindiği hususa, bağışlasın, katılmak mümkün olmasa gerek..
Ki, bu konuyu 45 yıl öncelerde rahmetli Ahmed Davudoğlu Hoca da dile getirmiş ve yazdığı ‘Din Tahripçileri’ isimli kitabında Âkif’i de ‘din tahripçisi’ olarak göstermiş ve 19879’da, ‘Hocam, Âkif’in de hatası olabilir, ama bu beyt böyle mi anlaşılmalı; Âkif de din tahripçisi gösterilebilir mi?’ diye itiraz ettiğimde, ‘Oğlum, orada dur.. Biz onu Âkif’le hallettik. Rüyada gördüm Âkif’i ve beni görünce ‘Hocam sen haklısın, dedi’ demişti!! Bu konuyu Y. Kaplan dostumuz Almanya’daki bir konferansında da 13-14 yıl öncelerde de dile getirmiş ve ‘Âkif’in bu yaklaşımının marazî olduğunu’ kızgın cümlelerle dile getirmişti.
Bu konunun itidal içinde ve ehlince değerlendirilmesi gerekmez mi? Meğer Hz. Peygamber (S)’in söz ve davranışları Kur’an ölçüleri içinde değil midir ki, böyle konular ‘sünnetin reddi’ mânâsında gündeme getirilir?