DEAŞ veya DAİŞ diye anılan ve açılımı, 'Irak- Şâm İslâm Devleti (Devlet-ül'İslâmiye-i Irak ve'ş-Şâm' isimli ve lâtin dillerinde ise, kısaca (ISIS) diye yazılan bir 'silâhlı mücadele örgütü'nün, değil İslâm'a, hattâ Müslümanlara bile nisbet olunması ne kadar sağlıklıdır, bilmiyorum. Ama bu örgüt tarafından bu zamana kadar yapıldığı belirtilen veya kendilerince de benimsenen eylemlerin pek çoğunun İslâm Savaş Hukukunun ahlâkî şartlarına uygun olduğuna dair bir kanaate de sahib değilim. Bu yüzden, onlar hakkında çok yakın bir bilgiye sahib olmadığım için, leh veya aleyhlerinde de bir şey yazmadım.
Ancak, Amerikan eski başkanı Trump'ın, DEAŞ'ın, 'Obama zamanında Amerika'nın kurdurulduğu' şeklindeki iddialı lâfları ne yalanlandı, ne teyid olundu.
Amerikan emperyalizmi, özellikle Irak ve Suriye'de yıllardır, bu (DEAŞ) korkusunu dayanak olarak gösterip her türlü entrika ve cinayetlerini sergilediği gizli bir husus değil.
'İslâm Devleti' iddiasıyla ortaya çıkan böyle bir oluşum, onları niye bu kadar ilgilendiriyor ki? Biz onların kendi dinlerine, inançlarına uygun olarak kurduklarını iddia ettikleri devletlerine, yönetim sistemlerine karışıyor muyuz?
*
Hatırlayalım, bir Rus savaş uçağının, 24 Kasım 2015 tarihinde, Türkiye hava sahasına izinsiz olarak girmek üzereyken, Türkiye'nin önceden ilân ettiği angajman kurallarına aykırılık gerekçesiyle vuruluşunu hatırlayalım.
O zaman, Rusya Başkanı Putin, 'Bundan dolayı Türkiye'yle savaşacak değiliz. Ancak bunun bedeli olacak elbette.' demiş ve arkasından da AB ve NATO ülkelerine hitaben, 'Türkiye'nin bugünkü yöneticileri Türkiye'yi bir İslâm Devleti'ne götürüyor. Atatürk'ün kemikleri mezarında ters dönmüştür' demişti de, Başkan Erdoğan da, 'Bu nasıl bir söz? Ben, Rusya'nın yöneticileri, halkının büyük ekseriyeti Hristiyan olan Rusya'yı bir Hristiyan devletine götürüyor desem yanlış olmaz mı? Türkiye gibi, nüfusunun çok büyük bir ekseriyeti Müslüman olan bir ülkenin İslâm Devleti'ne götürüldüğü gibi sözleri bir suçlama olarak ifade etmek ne kadar sağlıklıdır?' kabilinden bir tesbitte bulunmuştu.
*
Evet, 'İslâm Devleti' ibaresi, bütün emperial odaklar için bir dehşet kaynağı oluyor.
Anlaşılabilecek bir durum değil.
*
Irak'tan sonra Suriye'de de, bir otorite boşluğu ve kargaşa çıkınca, bir kısım kişi veya örgütler, Haleb, Musul, Raqqa gibi şehirleri içine alan bir coğrafyada, bir İslâm Devleti kurduklarını ilân etmişler ve Ebubekr el'Bağdâdî isimli kişi de 'Halife'y-i müslimîn' sıfatını kullanarak hutbe okumuştu.
Tabiî, bu iddialı çıkış, bütün Müslümanları ne kadar bağlardı. Böyle bir şeyin, 'Ben yaptım oldu, beyât edin.' demekle olamayacağı açıktı. Ama onlar 'Bir yerden başlamak lâzımdı' diyorlardı.
*
Ama asıl ilgi çekici olan, 'İslâm Devleti' ismiyle dünya sahnesine çıkmaya çalışan 'sosyo-politik' yapıya, ilk tepki, Katolik Hristiyanların devleti olan Vatikan'ın başında Devlet Başkanı statüsünde bulunan Papa'dan geliyor ve '21. asırda İslâm Devleti kabul edilemez, Atatürk'ün yok ettiği sistemin yeniden getirilmesine müsaade edilemez.' diyor; ertesi gün de Amerikan Başkanı Obama, Papa'dan hiç de geri kalmayan bir dille 'İslâm Devleti'nin kabul edilemezliği'ni dile getiriyordu. (Bu vesileyle, Kenya'lı bir Müslüman babanın oğlu olup, çocukluk yıllarında, Endonezya'daki Müslüman medreselerinde bir kaç yıl okutulmuş olan Barack Hussein Obama'nın, Hristiyan olan annesi eliyle Hristiyan olarak yetiştirildiğini ve onun da, bundan dolayı annesine şükran duygularını dile getirdiğini de hatırlayalım.)
(İşte öyle bir zamanla ilgili olarak, Trump, Obama zamanında Amerika tarafından kurulduğunu iddia ediyordu ve sonunda da El'Bağdadî ve arkadaşlarının Trump zamanında katledildiklerine dair haberi bir zafer çılgınlığı için açıkça beyan ede hatırlayalım.)
*
Bunları niçin mi hatırlatıyoruz?
Türkiye, Kuzey Suriye ve Kuzey Irak'ta karşılaştığı terör belâsını bertaraf etmek için bir harekât planladığını açıklıyor, haftalardır. Ama Suriye'de, Fırat'ın doğusundaki bölgeleri işgal etmiş olan Amerikan emperyalizmi, 'Türkiye'nin müdahalesinin DEAŞ'a karşı verilmekte olan mücadeleyi zayıflatabileceği' lafını ileri sürüyor. Rusya ve İran ise, Fırat'ın batısındaki bölgeleri Suriye Hükûmeti adına diyerek, kontrolleri altında bulunduruyor.
*
Böyleyken.
Başkan Erdoğan'ın, geçen hafta, Qatar'da Mısır Başkanı Sisî ile el sıkışması ve 40-45 dakikalık bir görüşme yapmasından sonra. İkili ilişkilerin normalleşme sürecine girmek üzere olduğunun işaretleri alınırken.
Suriye'deki Baasçı Beşşar rejimi ile de bir normalleşmeden söz ediliyor. Ancak anlaşılıyor ki, Suriye rejimi, 'Türkiye önce Suriye topraklarından çekilsin.' diyor.
Ama Suriye rejimi, 'Bütün diğer güçler de çekilsin.' diyemiyor.
Halbuki Türkiye orada keyfinden dolayı bulunmuyor. Orada Türkiye aleyhine bir terör odağı yuvalanmış bulunuyor. Hattâ, Türkiye'nin sınır kasabalarına roketler, füzeler atılıyor.
Evvelki gün, PKK'nın Suriye'deki uzantısı olan PYD veya YPG'nin, yani Suriye'deki Kürdçü örgütlerin en önde gelen isimlerinden olan ve Türkiye'de ders okuduğu için açıklamalarını Türkçe olarak yapan Salih Müslim'in bir videosunu dinledim. O kişi, kendisine yöneltilen, 'Türkiye'yi tehdid ediyor musunuz?' gibi bir çanak soru soruyor; o da, 'Hayır!' diyordu. 'İnanalım mı yani?'
*
Ayrıca, Amerikan emperyalizminin, 'DEAŞ'la mücadele ediyorlar.' diyerek, PKK uzantısı olan YPG'ye yüzlerce askerî kamyonlarla verdikleri en gelişmiş silâh ve teçhizatı, NATO üyesi olan müttefiki Türkiye'ye bile vermediği, üzerinde durulmaksızın geçilecek basit bir durum mudur?
*