Batı hiçbir zaman adalet üretmedi; yalnızca çıkarını hukuk diliyle korudu.
Barış mı, o da savaşın söylemsel aparatından ibaretti.
Kimileri, Batı kendi hukukunu, kendi değerlerini çiğniyor diyor ya...
Öyle değil...
Bugün yaşanan, bir bozulma değil, kendi doğasının daha çıplak hale gelmesidir.
Ne demişler, zayıflık bütün kusurları gösterir.
İktisatçı Michael Hudson'ın "Batı artık bir borç imparatorluğudur" tespitini de şuracığa iliştirmiş olayım.
Sanayiden finansa, üretimden borca geçen her dönüşüm, bu sömürü mantığını sürdürmek içindi.
Tekrar etmekte fayda var...
Küresel borç 340 trilyon doları aştı; ABD'nin yıllık faiz yükü 1 trilyon dolara dayandı.
Üretim zayıflıyor, rant artıyor; sistem emeği değil, borcu ödüllendiriyor.
Doların rezerv para olma niteliğinde hızlı bir erime yaşanıyor; son yirmi yılda küresel payı yüzde 71'den 57'ye düştü ve bu eğilim giderek derinleşiyor.
Avrupa sanayisi gerilerken enerji bağımlılığı yeniden artıyor.
Yani merkez, artık çevreye hükmeden değil, kendi çevresine tutunan bir yapıya dönüşüyor.
Bu tablo, Batı'nın meşruiyet iddiasının tarihsel köklerine ışık tutmuyor mu?
Çünkü Batı hukukunun özü, adaleti değil kendi arasındaki bölüşümü düzenlemektir.
Kendi iç çatışmalarını dengeleyen kurallar, dışarıda sömürüyü meşrulaştıran normlara dönüşmüştür.
Bugün Gazze'de yaşanan da bu mantığın güncellenmiş biçimidir.
ABD'nin yönettiği ateşkes süreci, bir barış girişiminden çok güç dengesini sürdürme çabasıdır.
Geri çekileceği söylense de Gazze'nin yarısı halihazırda İsrail kontrolündedir; Batı Şeria'da yerleşimci şiddeti hız kesmeden sürmektedir.
Yani... Barış söylemi, fiilen bir kontrol aracına dönüşmüştür.
Hep söyledik, bir kere daha tekrar edelim...
İsrail, emperyalizmin bölgedeki siyasal formudur.
Siyonizm ise Batı nasyonalizminin bir uzantısı.
1917'deki Balfour Deklarasyonu da, bu sistemin kurucu metnidir.
İngiltere'nin bugün Batı Asya'da yeniden görünür hale gelmesi, aynı dizaynın devamıdır.
Washington'un finansı ile her ne kadar çatışma potansiyeline sahip olsa da Londra'nın diplomasisi birleştiğinde ortaya çıkan şey değişmemiştir:
Orta Doğu'yu kontrol eden, dünyayı yönetir.
Ancak bu kez denklemin zemini kayıyor.
BRICS ve Asya merkezli yapılar ticarette yerel para kullanımını artırırken, Batı'nın kural koyma gücü daralıyor, meşruiyet maliyeti büyüyor.
Hasılı...
Bugün yaşanan, Batı'nın değişimi değil; kendi sürekliliğinin yeni biçimidir.
Borç, hukuk ve savaş birbirini tamamlayan bir sistemin parçalarıdır.
Gazze dosyası bu sürekliliğin aynasıdır: barış adına sürdürülen tahakküm.
Batı'nın vicdanı değil, yüz yıllık çıkar düzeni konuşuyor.
Ve artık bu düzen, kendi merkezinde dahi sürdürülemez hale geliyor.
Onun için Türkiye'nin bu süreçte uzun soluklu bir diplomasi stratejisini benimsemesi çok önemli.
Gazze'de sivillerin korunması, yardımların ulaştırılması ve kalıcı ateşkes çabaları, sahadaki gerçekliği masaya taşımaktadır.
Masada Türkiye'nin bulunması da bu mücadelenin doğal sonucudur.
Gazze'de oluşacak yapının şekillenmesinde Türkiye'nin varlığı, çözümün sahada uygulanabilirliği açısından belirleyici olacaktır.