10 Ağustos 2005...
Başbakanlık'ta uzun bir masa.
Bir ucunda, 28 Şubat'ın "muhtar bile olamazsın" manşetlerine, şiir okudu diye yargı sopasına maruz kalmış Recep Tayyip Erdoğan.
Diğer ucunda, 8 yıl sonra Gezi kalkışmasının organizatörü olmakla suçlanacak ve casusluk iddiasıyla (vatana ihanet) yargılanacak Osman Kavala.
Arada, ideolojik yelpazesi genişmiş gibi görünen ama gerçekte aynı sosyolojik mutfakta pişmiş bir kadro.
Cumhuriyet modernizminin dar kalıplarına sıkışmış olsa da edebiyatın saygın ismi kabul edilen de var, radikal seküler solun bayraktarlığını yapan da var, merkez medyanın ekran yüzü de var, liberal-sol akademisyen de çözüm sürecinin teorisyenleri de eski sol örgüt militanı da oturuyor masada, muhafazakâr-liberal kimliğiyle yer alan da.
Ve hepsi "aydın" etiketiyle anılıyor.
Oysa "aydın" kelimesi, Türkiye'de yıllardır sol-liberal kimlik kartı olarak dağıtılan bir ayrıcalıktan ibaret değil mi?
Rusça 'da anlamı "Belli bir dönemde yaşayan ortak eğilimleri, ortak davranışları olan sosyal bir tabaka veya sınıf" olarak tanımlanan "intelijansiya" kavramının muhatabı olan bir halka denebilir ama.
Masanın bir ucunda, 1998'de "muhtar bile olamazsın" manşetini atan gazetenin yöneticisi ve yazarıyla karşı karşıya oturan Erdoğan var.

Ama bu fotoğraf "siyasi mertlik" olarak pazarlanıyor.
28 Şubat'ta manşetlerle siyasi linç başlatanlar, bugün o dönemi "güllük gülistanlık" hatırlıyor!
Bu bir hafıza oyunu.
Fotoğrafı "nostalji" diye paylaşmak, dönemin vesayet düzenini yumuşatmak, toplumsal hafızayı cilalamak demek.
Gezi'yi hâlâ "park eylemi" sananlara hatırlatalım, o süreçte polis araçları yakıldı, belediye binaları işgal edildi, sokak şiddeti tırmandı ve yabancı istihbarat raporlarında "Türkiye'deki hükümeti zayıflatma fırsatı" başlığıyla kayda geçti. Finansör ve organizatörleri arasında Osman Kavala da vardı.
Nostaljik olsun diye servis edilen bir fotoğraf üzerinden 2005 Türkiye'sini ifade özgürlüğünün altın çağı gibi sunmak telaştır sadece.
Oysa o yıl İslamcı medyaya yağdırılan RTÜK cezaları, Vakit gazetesine yönelik toplatma kararları, andıçlarla fişlenen gazeteciler biraz zorlamayla hafızalarda yeniden canlanır.
Medya çoğulculuğu falan yoktu, büyük grupların üçgeninde, reklam pastasının ve haber akışının tekel altında olduğu bir düzen vardı o yıllar.
Televizyon ekranlarında "çoğulculuk" diye pazarlanan şey, aslında aynı elit çevrenin kendi içinde fikir paslaşmasından ibaretti.
Bu fotoğrafı sosyolojik ittifakın iktidara kendini hatırlatması olarak okuyorum ben.
Farklı görünüp aynı hedefte buluşan, askerî vesayeti geriletme iddiasıyla yola çıkıp, AB perspektifi üzerinden kendi ideolojik ajandalarını tahkim eden bir kadro.
2005'te bu masa, "demokratik diyalog" diye lanse edildi.
Oysa 2013'te bu masadaki pek çok isim, Gezi'de bizatihi Erdoğan karşıtı safta yer aldı.
Medya, Batı fonlu STK'lar ve sokak hareketleri eş zamanlı devreye girdi.
Gezi, bir çevre hassasiyetinden çok, 2005'teki ittifakların sahaya indiği andı.
2005'te masada "barış" pozları veren çoğu isim, bu terör dalgasının siyasi zeminini hazırlayan söylemlerin savunucusu olarak anıldı.
Aynı yıl, FETÖ'nün 17-25 Aralık'ta başlattığı yargı darbesinin ardından, terörle iş birliği dosyaları açıldı.
O yüzden bu fotoğraf, anlatıldığı gibi "güçlendirilmemiş ama gülümseyen Başbakan" hikâyesi değildir.
Bu kare, mücadelenin cilvesi olarak Erdoğan'ın vesayetçi medya yordamıyla Gezi kalkışmasını meşrulaştırmaya aydınımsılarla ya da intelijansiya ile aynı masaya oturmak zorunda kaldığı bir dönemin belgesidir.
O gün de mücadele vardı, bugün de var.
Otoriterliğin adı o gün iktidar değil, medya, asker ve cemaat üçgeniydi.
İronik olan ise o gün Erdoğan'ı "muhtar bile olamazsın" manşetiyle hedef alanların bugün hâlâ topluma demokrasi dersi vermeye kalkışabilmesidir.
Sayın Ertuğrul Özkök'e, bu fotoğrafı 20 yıl sonra yayımladığı için teşekkür ediyorum.
Çünkü bu kare, milletin hafızasını tazeleyecek en güçlü görsel belgedir.
Ve belki de bugünün gençleri, bu fotoğrafa bakarak şunu fark edecektir, Türkiye'nin içte ve dışta verdiği mücadele, masa başında gülümseyenlerle değil, o masadan kalktıktan sonra meydanda dimdik duranlarla kazanılır.