Önce bir acımızı belirtelim: 'Osmanlı, Vahh Osmanlı' diye yakınacak değiliz, olan olmuştur; ama, Müslümanların elindeki büyük bir gücün korunamamış olması, nice felaketlerimizin habercisi oldu..
Müslümanların birliği ve gücünü temsil eden Osmanlı çökerken bile, dünya siyasetinde hesab edilmesi gereken bir güç merkezi idi..
Kalbler ve beyinler birleştirildiğinde Müslümanlar'ın ne büyük bir gücü olduğunu göstermesi bakımında bir tabloyu gözümüz önüne getirelim:
2014 yılında, Viyana'da, şehrin ana meydan ve caddelerinde karşımıza, 28 Haziran 1914'de patlak veren Birinci Dünya Savaşı'nın 100. yıldönümünde tertiplenen bir sempozyumunun ilanları ve o günün 'Kara Avrupası'nın güç dengeleri ve önde gelen etkili liderlerinin büyük boy posterlerinde yansıyordu.. O posterlerde, Avusturya-Macaristan İmparatoru, Rusya Çarı, Almanya İmparatoru ve Osmanlı Padişahı.. Diğerlerinden ayrılan kılık-kıyafetiyle, Sultan Reşad'ın görüntüsü -son dönem sultanlarının en beceriksizi sayılsa bile- yine de bir büyük güçlü devletin lideri havasını veriyordu..
(Bu arada belirtelim. 1979 başında İran'da gerçekleşen İslam İnkılabı Hareketi'nin lideri olan 'İmam Ruhullah Khomeynî', 60 sene öncelerdeki bir yazısında -özetle-'Osmanlı Devleti, Müslümanların elinde bir büyük güç idi ve elbette yanlışları olsa bile, kendi hatası olarak yapıyor ve dünyanın müstekbir güçlerinden, emperyalistlerden emir almıyor ve onlara korku salıyordu. Maalesef, onu da parça parça ettiler ..' diye hayıflanıyordu..)
Bunu şunun için söylüyorum: 'Ben Müslümanım' diyen her bir ferd veya 'Biz Müslümanız..' diyen bir topluluk hakkında, yakından tanımıyorsak, tahkik etmeksizin, delilsiz olarak, onların iman noktai nazarından, İslam inancı dışında gösterilmeleri İslam hukuku- şeriati açısından kabul edilemez ve açık deliller olmadıkça şahsî kanaatlerle ya da, demokratik akrobasi hareketleri içinde üretilmiş yöntemlerle propagandalarla daha baştan yıpratılmak için , ne derece sağlıklı olduğu bilinmeyen iddialarla 'tekfir' edilemezler. Nitekim, Hz. Peygamber (S)'den gelen bir hadis rivayetinde de 'Ben kalblerde olanı okumak için gelmedim..' buyurulmuştur.
2 sene kadar önce, Londra Belediye Başkanlığı'na seçilen Sâdiq Khan'dan sonra, şimdi de Zohran Mamdanî isimli bir diğer Müslüman adayın rakiplerini eze-eze, New York Belediye Başkanlığı'na seçilmesi ve Batı dünyasının bu iki büyük ve etkili şehirlerin halklarının şehirlerinin, toplumlarının geleceği açısından güvenecek şahsiyetler bulmakta sıkıntı çektikleri için, kendilerini gizlemeksizin, açık alınla 'Biz Müslümanız' diyen kimselere yönelmeleri, sıradan bir hadise olmayıp, Batı dünyası denilen materyalist-kapitalist dünyada da şaşkınlık ve ilgiyle izlenmiştir..
Elbette seçilen o şahsiyetlerin de, söylemlerinin kendilerine yüklediği sorumlulukların idraki içinde olmaları beklenir, ama, her şeyin bir anda düzeleceği beklenemez.. Elbette, kimsenin elinde sihirli değnek yoktur ve her şey bir anda düzelecek değildir.
*
Bu vesileyle bir hatıramı nakledeyim..
'Ekim-1973 yılında , yani Demirel'i Başbakanlık'tan ve iktidardan düşüren '12 Mart 1971 Askerî Darbesi'nden 2,5 sene sonra genel seçimler yapıldığında Ecevit liderliğindeki CHP, Meclis'te, 185 sandalye ile birinci parti, Demirel liderliğindeki Adalet Partisi 150 sandalye ile ikinci ve Erbakan liderliğindeki Millî Selamet ise, 48 sandalye ile 3. Parti olmuşlardı.. Geride kalan sandalyeler de, ufak partiler arasında dağılmıştı.. Bu durumda, Meclis'te 450'nin yarıdan 1 fazlası olan nisabı, çoğunluğu sağlamak için, ya Ecevit ile Demirel büyük koalisyon hükûmeti kuracaktı, ya da Ecevit ile Erbakan.. Ya da, seçimler tekrarlanacaktı..
Demirel, o tablo karşısında, 'Millet bize muhalefet vazifesi verdi!' diyerek, koalisyonlara girmeyeceğini açıklamıştı..
O sırada, -seçimlerde beklenmeyen şekilde- 48 m.vekili çıkararak Meclis'e giren Erbakan'ın İslamî kimliği bilindiğinden, laik rejimin askerlerle birlikte aslî bekçisi durumunda olan CHP'nin, Erbakan'la koalisyon hükûmeti kurması imkânsız görülüyordu.. Bundan gayrisi, seçimlerin tekrarlanması idi..
İlk kez birinci parti durumuna gelen CHP, bir daha öyle bir fırsatın ele geçmeyeceğini düşünerek Erbakan'la istemeye-istemeye de olsa koalisyonu düşünmeye başlamıştı ..
Bu satırların sahibi o zaman, 'Bâb-ı Âli'de Sabah' gazetesinde, (ve İstanbul Hukuk'ta 3'ten 4. Sınıfa yeni geçmiş birisi olarak) yazılarımda Erbakan-Ecevit Hükûmeti'nin kurulmasına karşı idim; 'laik rejimin oyuncağı olunacağı' endişesiyle..
Erbakan Hoca, 'Bu kardeşimiz niye karşı çıkıyor? Getirin de onu şifalandıralım..' demiş.. Fatih'te MSP'nin merkezine götürdüler..
Hal -hatır sormalardan sonra, Erbakan Hoca, -özetle- 'Muhterem kardeşim, 1923-1973..Tam 50 yıl.. Biz Müslümanlar olarak siyasî sahnede yoktuk; ezilmiştik.. Elbette diğerleri de Müslüman idi, ama, bütün bu 50 yılın yapılmış olan bütün baskı ve zulümlerini kabul ediyorlardı. Biz ise, İslamî kimliğimizi gizlemeden, bize İslamcı denilmesini de reddetmeden, 50 yıl sonra ilk kez, sistemin içine gireceğiz. Her şey bir anda düzelmez, elbette, ama, bir yerden başlamak gerekiyor. Biz şimdi bu koalisyona girmekle, sistemin içinde yer alacağız.. ' dedi ve ikna oldum..
Bunu niye mi anlatıyorum.. Kapitalist -emperyalist dünyanın asırlar süren oyunlarına karşı; direnme metodlarını geliştirmeye çalışıyorduk, ilk olarak...
Aradan geçen yarım asırlık bir zaman dilimine bakınca görüyorum ki, bir çok eleştirilere rağmen, bir yerden başlamak gerekiyordu, acı-tadlı çook tecrübeler kazandık, dünya çapında yeni metodlar aramaya, geliştirmeye kafa Müslüman beyinler daha bir arttı.. Ve sadece bu ülkede bile, onca tökezletme çabalarına rağmen, yarım asır öncelerde hayal edemeyeceğimiz mesafeler de kat'ettik.
Şimdi.. Kapitalist dünyanın en önemli merkezlerinde, onların metodlarıyla da olsa, onların surlarında bir gedik açmaya başladığımız görülüyor.. Bu durumu daha baştan basit görmeye gerek yok .. Bu ilk adımlar, belki daha ileride daha büyük ve tecrübelerle donanmış yeni adımların atılmasına ve dünyanın başka yerlerindeki halklara da mesajlarımızı ulaştırmak hedeflerimize yardımcı olacaktır, inşaallah..
New York'taki son seçimden sonra, Zohran Mamdani'nin, seçim konuşması sırasında kendisini heyecanla bekleyen New York'lulara, hitab ederken, kendi kimliğiyle ilgili ilk cümleyi 'I am (ay em) Muslim!.' (Ben bir Müslümanım..) şeklinde telaffuz etmesi ve orada bekleşen büyük kalabalıkların alkışıyla karşılanması bir kaç yıl önce bile hayal idi..
En basitinden, ABD Başkanı Mr. Trump'ın bu netice karşısında, daha bir çılgına dönüp, Mamdanî için, 6-7 dakikalık konuşma esnasında, 20'den fazla, tekrar tekrar 'komünist deli.. ' demesi, ve Mamdani'nin de, 'Trump, biliyorum ki şimdi ekrandan izliyorsundur, tv.'nin sesini de aç, iyi dinle..' şeklinde bir cümle kurmasına çok bozulduğu anlaşılan Trump'ın, 'Bana karşı saygılı davranması gerekir.. Ben onun icraatının son onaylama makamıyım; bu unutulmamalı..' diye üstü kapalı , aba altından sopa göstermeye kalkışması... Mamdani'ye dualarımızla olsun, desteğimizi göstermeliyiz..
*
'Siyonist -vampir Netanyahu'nun, 'Judo-Chretien /Yahudi -Hristiyan Medeniyeti tehdit altındadır, onu korumalıyız..' sözlerini yeni yeni dillendirmeye başlaması, boşuna değil..