Biz çok geri, çok ilkel, çok “çağdışı” bir toplum olduk efendim... Uygar dünyadan dışlanıyoruz.
Batılıların yüzüne bakamıyoruz.
Bu kafayla “muasır medeniyetler seviyesini” yakalamamız zor.
İsveç ve İngiltere’deki “özgürlükler ortamına” ulaşmak için daha kırk fırın ekmek yememiz gerekiyor.
Ne karşıtlıklara saygı gösteriyoruz, ne de farklılıklara tahammül ediyoruz.
Kutsal değerlere küfredemiyoruz mesela.
Müslümanların Peygamberinden söz ederken, arsız bir laubalilikle, şöyle ağzımızı yaya yaya “Senin Muhammet” diyemiyoruz.
İnanç sahipleriyle dalga geçemiyoruz.
Cennet ve cehennem olgularını makaraya saramıyoruz.
Şalvarlı, poturlu, cübbeli bir adam gördüğümüzde “Bu ülkeyi terk et, git İran’da yaşayın” diyemiyoruz.
Başörtülü öğrencileri okullarından atamıyoruz.
Çarşaflı kadınların belediye otobüsünü kullanmalarına engel olamıyoruz.
Canımızın istediğine “yavşaklar” diyemiyoruz.
Farklı kültür çevrelerinde kendilerini gerçekleştirmiş insanlara ağız dolusu küfredemiyoruz ve farklı müzik beğenilerini “arabesk yavşaklığı” diye aşağılayamıyoruz.
Kültür Bakanı’na “Kes zırvalamayı” diye şarlayamıyoruz.
İşimize geldiğinde “Nazım Hikmet eyyamı” yapıp, işimize geldiğinde Nazım Hikmet’in sözlerini sansürleyemiyoruz.
Hakkını mahkemede arayan insanlara “it, kopuk” diyemiyoruz.
Biricik günahı yasaları uygulamak olan mahkemeleri “saçma sapan mahkemeler” diye aşağılayamıyoruz.
Kaba, nobran, tahammülsüz, çağ dışı insanlar olduk...
Eskiden ne güzel “Gericiler, yobazlar... Cennet ve cehennem palavra... Ne kadar hırsız, yavşak varsa, hepsi Allah’çı... Arabesk dinleyen herkes yavşak... Yobazlar çocukların zihnini ibadetle iğdiş ediyor... Namaz kılan herkes sahtekâr...” diyorduk.
Ne güzel “Paşa Başkanı hizaya soktu... İşi bu defa silahsız kuvvetler halletsin... Topyekûn savaş” manşetleri atıyorduk.
Ne güzel Balyoz seminerleri düzenliyorduk.
Ne güzel “darbe planları” hazırlıyorduk.
Ne güzel Kafes’lerimiz, Yakamoz’larımız, Sarıkız’larımız, internet andıçlarımız vardı.
Ne güzel cinayetler işliyorduk.
Harika faili meçhullere imza atıyorduk.
Danıştay’a ölümcül baskınlar düzenliyorduk, hâkimleri tarıyorduk.
Dost gazetelerin bahçesine “dost bombalar” bırakıyorduk.
Ne güzeldi, ne harikaydı, ne şahaneydi... Hepimiz ne çok mutluyduk.
PKK ne güzel kan döküyordu.
Her mahalleye ne güzel şehit cenazeleri geliyordu.
Ne güzel analar ağlıyordu.
Ne güzel “Bu böyle gitmez” nümayişleri yapıyorduk.
Ne şahane “Cumhuriyet mitingleri” düzenliyorduk.
Zülfü Bey sazıyla sözüyle eşlik ediyordu... Ne güzel “yiğidim aslanım türküleri” çığırıyorduk.
Bitti efendim.
Hepsi bitti.
HAMİŞ:
Fazıl Say’ın 10 ay hapis cezasına çarptırılması, bir “ulusalcı” gazetemize şu manşeti attırmış: “Piyanonu göm, sınır dışına çekil... Üst başlıkta şunlar yazıyor: “PKK’yla barışıyorlar, sanatçıyla savaşıyorlar.”
Cumhuriyet’le yaşıt olduğunu söyleyen gazetenin başlığı ise şu: “Bir utancımız daha oldu.”
Daha önceki “utançlarımız” neydi?
Buna ilişkin bilgi yok.
Kutsal değerlere ağız dolusu küfredenler ve bunun “ifade özgürlüğü” kapsamında görülmesini isteyenler, en küçük “Atatürk eleştirisine” tahammül edemiyor...
Hakan Albayrak “Atatürk’ün cenaze namazı kılındı mı?” diye sorduğu için aylarca hapis yatmıştı.
Mahut gazete, bu olayı da “utançlarımız” arasında görüyor mu?