Bu rahatsızlık, gündelik bir şikâyetin ertesi gün buharlaşıp gideceği türden hafif bir sızı sayılmaz. Toprağın altından yükselen, fay hatlarını hatırlatan bir basınç var.
Bir mühendis grubunun davetlisiyim. Kurdukları cümlelerden çok, cümlelerin kenarına iliştirip sustukları şeyleri duydum.
Seküler mahallede büyümüş olan da var. Muhafazakâr kimlik taşıyıp Kemalizm'in tortusunu hâlâ iç cebinde gezdiren de.
Hepsi aynı çatlağın kıyısında duruyor, aynı fay çizgisinin gıcırtısını dinliyor.
Türkiye ciddi bir eşiğin üzerinde.
Bu, yalnızca siyasal bir dönemeç sayılmaz.
Bu eşik, zihnin içindeki eski haritaların kırılmasıyla ilgili.
Gövdemiz bugüne eğilmiş duruyor. Ruhumuz ise hâlâ dünün karanlık koridorlarından çıkmaya uğraşıyor.
Biri gökyüzüne doğru uzanan bir irade inşa etmeye çalışıyor, diğeri bu iradeyi "maket" kelimesinin küf kokan diliyle boğmakla meşgul.
"Maket"
Bu kelime sıradan bir aşağılama ifadesi değil aslında. Yüzyıllık gecikmişliğin kendi kendine tuttuğu iç dökümü.
Bu ülkenin gerçek korkusu dışarıdan gelen düşman ordusu sayılmaz, kendi evladının ileriye uzanan eli yeterli.
Üç asırlık gecikmişliğin tortusu, her atılım anında yeniden kabarıyor.
Mühendisin başardığına bakmıyorlar.
Kendi yapamadıklarının acısına bakıp öfkeleniyorlar.
Ortaya çıkan tortu artık sıradan bir refleks olarak açıklanamaz. Bu, hafızada açılmış derin bir yarık. Kadim bir alışkanlığın pas bağlamış gölgesi.
Bir de genç yüzlü, ruhu fosilleşmiş bir sınıf çıktı karşımıza. Kalemini statü ile bilemiş, zihnini koltukla yağlamış bir sınıf.
Teknoloji sözü geçince gözünü kaçırıyor. Proje denince alnında ter beliriyor. Yenilik ihtimali bile tüylerini diken diken ediyor.
Bilgisayar ekranına bakınca başı dönen insanlar bunlar. Kürsüye çıkınca evreni sarsacak cümle kurduğunu sanan insanlar.
Kabiliyet yoksunluğunu "ideolojik tavır" ambalajıyla pazarlayan insanlar.
Bunların karşısında ise bambaşka bir dünya var.
Gecenin üçünde laboratuvar ışığı altında sensör söküp takan genç mühendislerin dünyası. Yağ kokusunda sükûnet bulan, çizimin milimetrik hatasında sabaha kadar uğraşan bir nesil.
Onların dünyasında lafın gösterişi hükümran değil.
Orada verinin ağırlığı var. Parlak imaj yok.
Orada çözümün, emeğin, testin ve tekrarın ağırlığı var.
Siyasetin bir tartışma arenası değil, sorumluluk alanı olduğunu içgüdüsel olarak bilen bir nesil bu.
Merhum Recep Yazıcıoğlu'nun, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan için söylediği "mühendis kafası siyaseti anlamaz" cümlesi eskiden çok dolaşırdı. Belki o dönem için bir nebze karşılığı da vardı.
Ancak bugünün Türkiye'sinde bu cümlenin yönü tersine dönmüş durumda.
Bu ülkeyi yeni çağa taşıyacak akıl, tam anlamıyla mühendis aklıdır.
Mühendis, hakikati paramparça eden biri olmaz.
Yanlış gördüğünde kişisel kusur avına çıkmaz.
Sistemin topladığı veriyi okur.
Zamanı takvim yaprağı gibi değil, stratejik bir pencere gibi kavrar.
Bu aklın karşısında hukukçu ağırlıklı siyaset sahne alıyor. Savunma refleksiyle büyümüş bir meclis kurmanın dilini duyamıyor.
Ülke böyle bir iklimde ağırlaşıyor. Üretim kanalları tek tek tıkanıyor.
Genç mühendislerin içi bu yüzden daralıyor.
Genç mühendislerin huzursuzluğunu boşa akmış bir öfke olarak sayamayacağımı anladım.
Bu öfke, ilerlemeyi erteleyen eski tortulara karşı sessiz bir direniş.
Proje konuşmak istediğinde ortalıkta tartışma gürültüsü yükseliyor.
Yenilik arayışı başladığı anda bürokrasi kabarıyor.
Çözüm üretme niyeti ortaya çıktığında kürsü sevdalıları araya giriyor.
Ortaya çıkan manzara basit bir gecikme tablosu değil, sistemli bir fren kültürü.
Bu memleketin geleceğini tartışma kültürü yazamaz. Gözü hâlâ makette kalanlar yalnızca günü kurtarır.