Tan yeri ağarıncaya kadar geçen o esenlik gecesinde...
Bin aydan daha hayırlı o tenezzül leylasında...
Gördün mü hallerimizi ey “Ruh”...
Ve, saf saf ta fecre kadar her iş için yeryüzüne inip duracakları vaat edilen “Melekler”... Gördünüz mü bizi...
Bin aydan daha hayırlı o tenezzül gecesinde, Kadir Gecesi’nde... Rahman’ın Son Sözü olan Kuranı Kerim’in indiği, kararların ve nasiplerin hükme bağlanıp toparlandığı o mübarek gecede... Gördünüz mü ey gökten inmiş tanıklar. Biz ne haldeyiz?
İzzetimiz paramparça, hürmetlerimiz yıkılmış, şehirlerimiz işgal altında. Güç sahiplerimiz ummana sırtlarını dönüp, kıyıya vurmuş balık kılçıklarını seçerken... Onur sahiplerimizse gözlerinin önünde paramparça edilmiş çocuklarının cenazesini taşımakta. Babaların hicrandan gömleklerini yırttıkları günün gecesinde indiniz yeryüzüne...
Gördünüz mü bizim sarp yokuşta nefeslerimizin nasıl da tükendiğini... Şahit oldunuz mu, yeryüzünün bize nasıl da daraldığını. Yetmediğini hiçbir şeyin. Ateşin ve hırsın, betonun ve taşın, altının ve gümüşün, bizi nasıl da ele geçirdiğini. Yandığımızı. Yandığımızı hiç de fark etmeden. Battığımızı. Battığımızı hiç de fark etmeden. Yalnızlığımızı. Yalnızlığımızı hiç de farketmeden. Gördünüz mü bizi, sizler tarafından görüldüğümüzü hiç de fark etmeden . Gördünüz mü bizi ey göklerin şehsuvarları...
İşte size yeryüzünden haberler ki taşıyasınız kanatlarınızda...
Bizler ki sarp yokuşta nefesleri tükenenler... Yetimler, güçsüzler, garipler, yuvaları darmadağın edilmişler, yurtlarından kovulup çıkartılmışlar, hep azarlanmışlar, hep sofralardan kovulmuşlar, hastalar, mahpuslar, sahipsizler, sizden önce gelmişlerdi oysa yanımıza. Yanımızdaydı hepsi de, siz yeryüzüne inmeden evvel, yanı başımızdaki tanıklarımızdı onlar... Sorarsınız anlatırlar...
Biz onların birbirine eklenerek göklere çıkan ah’larını, kurumuş sırtlarını, kavruk bedenlerini ve “Yok mu Allah’ım bize göndereceğin iyi ve salih kişiler” diyen avazlarını... İşitmeyenleriz. Sarp yokuşumuzdur o garipler. Onları işitmeyen kulaklarımızı, onları görmeyen gözlerimizi ve duyarsızlıklarımızla mühürlediğimiz kalplerimizi gördünüz mü ey tenezzül melekleri...
Kıyamet alameti gibiyiz, öfkesi ancak birbirine yetenler... Yaylarımız kırık, oklarımız düzensiz. Birbirimizin boğazındaki kör bıçaklar gibiyiz. Birbirimizin cehennemiyiz... Biz tüm bunları işte. Kıyamete iki parmağının arası kadar yakın olduğunu söyleyen Son Elçi’nin, ümmeti olarak işliyoruz tüm bu işleri...
Ahh... Ruhul Kudüs... Kayıyoruz, savruluyoruz işte... Sağlam bir tutamak olan Kuranı Kerime tutunabilmektir muradımız, dua edin biz gariplere, şu tenezzül gecesinde...
Muhterem, Haşmetpenah, Pek sevgili Cebrail ve değerli gök arkadaşları...
Şu mübarek Kadir Gecesinde... Gördünüz mü bizi...
Biz sizi hiç görmedik.
Görmeden inandık, görmeden sevdik, görmeden bağlandık...