Geçen Perşembe günkü yazım, ‘Religio-politik (inanç merkezli) bir dünyada senin safın neresi?’ başlığını taşıyordu.
Amerikan Başkanı Trump beni doğrulamak istercesine, o yazımdan bir gün sonra, Bakanlar Kurulu toplantısını, Dış bakanı Pompeo’dan, ‘The Holy Bible’ /(Kitâb-ı Mukaddes)’den okumasını istediği bir dua ile açıyor ve kendisi de o duayı huşû içinde dinliyordu. Duanın muhtevası ‘doğru ve adâletli olmak’ üzerineydi.
Sionist İsrail rejimi ise, zâten dünyanın en tâvizsiz bir din devleti, Yahudi devleti olarak, her vesileyle ellerindeki mevcut Tevrat’ı okumayı ve iç ve hele de siyasetini ona göre belirlemeyi esas alıyor. Hattâ, Ahd-i Atiq’de / Tevrat’ta geçen mekân isimlerini kendilerinin hakkı olan vatan toprakları olarak görüyorlar. Onlar da doğruluk ve adâletten söz ediyorlar.
Biz de aynı özelliklere vurgu yapıyoruz. Ancak, açık ki, onun ‘doğruluk ve adâlet’ten anladıklarıyla bizim ölçülerimiz ‘siyah-beyaz’ kadar, birbirini tam zıddı idi.
Türkiye Başkanı Erdoğan da geçen hafta AK Parti’nin Büyük Kongresi’ndeki konuşmasını hayırlı olması dualarıyla açıyor ve Hz. Peygamber’in (S) Uhud Gazvesi öncesindeki duasını türkçesini okuyarak noktalıyordu.
Evet, dar zamanlarda, asırların içinden süzülüp gelen inançlar daha etkili oluyor. Bütün mesele, doğruluk, adâlet, fazilet gibi kelimelerin telaffuz olunması değil, bunların hangi ölçü ve değerlere göre şekillendiğidir.
***
Bu terimlerin aynı dinin veya ideolojinin farklı mezhep ve yorumlarında bile farklı uygulamalara imkân verdiği görülüyor. Meselâ, ‘Evanjelik’ler de hristiyan ama Katolik ve Ortodokslardan ve hattâ Avrupa’daki Evangelist/ protestanlardan bile tamamen uzak ve sionist Yahudilerin tezlerini büyük çapta doğruluyorlar. (Tekrar hatırlayalım, Amerikan toplumunun yaklaşık dörtte birini oluşturan ‘Evanjelist’ler Yahudilerin ‘Tanrı'nın seçilmiş halkı’; Kudüs, Filistin ve çevresinin Arz-ı Mev’ûd’ (vaad olunmuş topraklar)olarak Yahudilere aid olduğuna inanıyorlar. Böylece, Yahudilerin büyük krallıklarını kuracakları ve sonra daHz. Îsâ’nın yeryüzüne döneceği inancını taşıdıkları için ‘Sionist Hristiyanlar’ olarak isimlendirildikleri de biliniyor.)
***
Trump da bir evanjelik hristiyan.. Onun için, ‘muhteşem rahip’ dediği Brunson isimli Evanjelik pastör’ü kurtarmak için Türkiye’ye her türlü baskıyı yapmaya kalkışıyor ve, ‘Türkiye, …harika bir Hristiyan pastörünü tutuyor. Casus olduğu yönünde düzmece bir iddia ortaya attılar. (…) Bizim insanlarımızı tutamazlar.’ diyor.
Trump’ın, bu gerilimi en az önümüzdeki Kasım seçimlerine kadar tırmandırmaya mecbur olduğu anlaşılıyor.
***
Evanjelik’lerin Türkiye’ye karşı daha bir düşmanlık sergilemesi, İsrail’e daha yakınlık duyan ‘sionist hristiyan’ olmalarından ve Türkiye’nin de kendi aslî değerlerine yönelmesinden ve Müslüman coğrafyalarının uyanışında öncü rolü konumuna gelmekte olduğu korkusundan kaynaklanıyor.
USA Başkan Yard. Pence de bu arada, ‘Türkiye hakkında aldığımız tedbirler ulusal güvenliğimizin gereğidir, ama Türkiye’ninkiler değil..’ diyebiliyor. Yani, diplomaside ‘mütekabiliyet / misilleme’ kavramı olduğunu bile hatırlamak istemiyor.
Trump, kendisini Yeni Roma İmparatoru olarak görüyor. Ama,‘Gücetaparlığın, firavunları kurtarmaya yetmediğini idrakten âciz..
Türkiye iseşerefini kaybedenin, her şeyini kaybedeceği idrakinde.. Erdoğan’ın, Türkiye’nin stratejik ortaklıktan çıkarılıp, stratejik hedef haline getirildiğini söylemesi ve halkımızın, ‘boynuna boyunduruk vurulmasındansa, boynunun vurulmasını tercih edeceğini’ hatırlatması da bunun için..