Ezanı aslına uygun okutmamak için uygulanan envaiçeşit  zulmü, günlerce anlatsak bitmez. Ama öyle bir şey yaptılar ki, Fransız işgal  askerleri bile yapmamıştı… 
“TÜRKÇE EZAN ZULMÜ-2” Bu konunun ilk  bölümünü yayınladığımız Kadir gecesi, “Türkçe ezan” zulmünün “fiilen” başlamasının  (26 Ramazan 1350) 91. Hicrî sene-i devriyesiydi. İkinci bölümü yayınladığımız  bugün (22 Mayıs) ise ezan yasağının “fiilen” bittiği günün (22 Nisan 1950) 70. yıldönümüdür.  Zira kanun, 16 Haziran 1950’de çıkmış ise de Menderes, meclisin ilk toplandığı  22 Mayıs günü, genel kurulda; ezan yasağını kaldıracaklarını ilan etmiştir. Bu  icraatı sebebiyle Menderes’e fatura ödetilen 27 Mayıs günü yayınlayacağımız son  bölüm ile konuyu tamamlayacağız inşallah.
Bir önceki bölümde, ezan yasağına  uymayanlar için çıkarılan kanunu arz etmiştik. Bu kanundan sonra Anadolu’daki  “Ezan zulmü” adeta “cinnet”e dönüşmüştü.
Cumhuriyet başta olmak üzere bütün CHP  basını, her gün farklı “Arapça ezan” cezaları aktararak milletin gözünü  korkutuyordu. Etrafta, “Arapça ezan  okuyanlar asılacakmış” söylentileri dolaşıyordu. Kimse “Olur mu öyle saçma şey” diyemiyordu. Çünkü “şapka” diye bir gavur  adeti için bunu yapanlar “ezan” için haydi haydi yapardı. 
Birkaç yıl önce şapka giymeyenleri  bulup cezalandırmak için seferber olan devlet güçleri, şimdi de ezan yasağına  uymayanların peşindeydi. Öyle bir cadı avı vardı ki, Müslümanların bu zulümden kurtulma  şansı yok gibiydi. Camide dudağını kıpırdatan “İçinden kamet okudu” diye hesaba çekiliyordu. Millet camiye gidemez  olmuştu. Evlerinde olunca; namazlarını istedikleri gibi kılabildiklerini zannediyorsanız  yanılıyorsunuz. Müslümanların, kendi evlerinde de ezan veya kamet okuması  yasaktı. Allah, CHP’siz günlerin kıymetini bilmemizi nasip eylesin. Çünkü Allah  muhafaza; nimetin kıymeti bilinmezse elden gider… 
Ezanı, “Herkes  anlasın” diye Türkçe okuttuklarını iddia etmişlerdi değil mi? Peki!.. O  zaman, Doğu ve Güneydoğu’da tek kelime Türkçe bilinmeyen Arap ve Kürt  köylerinde “Türkçe ezan” dayatmasının mantığını nasıl izah ediyorlar acaba? 

Bu yapılanların İslamî tarafı zaten yok ama insanî tarafı  da yok. Nitekim bu köylerde yaşayan Müslümanlardan bir kısmı, sırf her gün beş  defa bu işkenceyi yaşamamak için Irak ve Suriye’ye göç etmişlerdi. 
İŞGALCİ  FRANSIZLARI BİLE ARATTILAR
Şeytan atına binenin nerelere kadar gideceğini  tahmin bile edemezsiniz. Şu hadise, ezan düşmanlığında vardıkları son noktadır.  Bunun üzerine başka söz zaid olur... 
Hatay ilimiz, 29 Haziran 1939’da Anavatan’a  katılmışsa da, Türk askeri; işgalci Fransa ile mutabakatla 5 Temmuz 1938  tarihinde Hatay’a girmişti. Yıllar sonra Türk ordusunun Hatay'a ayak bastığını duyan halk  sokaklara dökülmüştü. Türk tugayını, 100 bin kişilik kalabalık, “Yaşasın Türk askeri” sloganlarıyla  karşılamıştı. Ama bu coşku çok kısa sürdü. Anavatan’da 6 yıldır devam  eden yasak, Hatay’da uygulan(a)mıyor; ezan aslına uygun okunuyordu. Hatta bu  sebeple Türkiye’den Hatay’a göç edenler bile olmuştu. Hatay’a giren Türk askerinin  ilk işi ne oldu dersiniz? Evet, maalesef; ezanı yasaklatmak, “Türkçe ezan” mecburiyeti getirmek  olmuştu. Türk askerini karşılamak için sokaklara  dökülen insanlar neye uğradığını şaşırmıştı. Hataylı  Müslümanlara, Fransız ordusu işgali altındayken serbestçe okudukları ezan ve  kametin, Türk ordusunun niye yasaklandığını kimse izah edemedi.(*) 

Allah’ım bu nasıl bir zulümdür, Müslüman  kalpler buna nasıl dayanır… 
Bir türlü anlayamadığım şey ise  Müslümanların böyle bir problemi hiç olmamışken, caminin yolunu bilmeyen,  ezanla kametle hiç işi olmayan insanların, bu; “Türkçe okunsun, anlayalım!” muhabbetidir. Sanki o güne kadar, sırf  ezanı anlayamadıkları için camiye gitmiyorlardı da, artık anlayınca(!) camiden  çıkmaz oldular! Tabii ki onların derdi başkaydı; göreceğiz…

HİÇBİR  ZULÜM PAYİDAR OLMAMIŞTIR
Ama bu zalimlerin bilmediği bir şey vardı.  Zulüm asla payidar olamazdı ve büyüklerimizin buyurduğu gibi “dünyada her şey inceldiği yerden kopardı  ama zulüm en kalın yerinden kopar”dı… 
Nitekim, diktatörlüklerini kesintisiz  sürdürmek için devletin bütün gücünü seferber etmişlerdi. Hatta sandık başına  jandarma dikerek Baas diktatörlerini bile mumla aratmışlardı. Ama yine de  zulümlerini sürdüremediler. 
Çünkü…
“Binlerce top ve tüfek, yapamaz aslâ,
  Gözyaşının seher vakti yaptığını…”
Milletin iradesine  dipçikle engel olmuşlardı ama kalplerden dalga dalga yükselen “buğd-u fillah” öfke selini nasıl  durduracaklarını bilemiyorlardı. Bunlarda “onur” denen şey, bir isimden ibaret  olduğu için, diktatörlüklerini sürdürmek için her yolu denemekte bir beis  görmüyorlardı. Nitekim Müslümanları kandırmak için birden bire “dindar” oluvermişlerdi! İçlerindeki din düşmanı Şemseddin Günaltay’ı “dindar”a boyayıp “başbakan”  yapmışlardı. Oysa bu çakma dindar da, öncekileri  aratmayan dinsizlikler yapmıştı. Mesela, o zamana kadar üç Müslüman bir araya  gelirse Toplantı Kanunu’na muhalefetten tutuklanıyor ve formalite bir  muhakemeden sonra içeri atılıyorlardı. CHP’nin bu dindar(!) başbakanı, “üç  kişi” sınırını “iki”ye düşürmüştü.
Bu diktatörlerin hâlâ anlayamadığı bir  şey vardı. Samimiyetsizlik, sahibini derhal ele veren bir münafıklık alametiydi  ve iflasın eşiğiydi. 
Nitekim, samimiyetinden başka hiçbir  şeyi olmayan bir “çiftçi”, devlet  korumasındaki samimiyetsizlik diktatörlüğünü devirecekti.
O samimi insan, yedi düvelin asırlardır  yapamadıklarını 30 yıla sığdıran bu işbirlikçilere meydan okuyarak “Yeter! Söz milletin!” dedi.
Millete, “Ezan yasağını kaldıracağım” diye söz verdi, millet de, “Buyur, yetki senin…” dedi.
“İLK  İŞİMİZ EZAN YASAĞINI KALDIRMAKTIR”
Demokrat Parti 487 üyenin 415’ini  kazanarak “ezici” bir çoğunlukla iktidara gelmiş, “Bu devlet benden sorulur” diyen CHP, “ezik” muhalefet olmuştu. 
En “kalın” yerinden kırılan zulmün  temsilcileri şok içindeydi. Diktatörlük bekçisi komutanlar, "Seçimlere  komünistler hile karıştırdı deyip, sonuçlara müdahale edelim" dedi.  Ama İnönü ölçtü; biçti, mızrağın çuvala sığmadığını görünce “Olmaz” dedi.
Adnan  Menderes, 22 Mayıs’ta ilk toplantısını yaparak cumhurbaşkanı ve meclis başkanını  seçen meclisi aynı gün tekrar olağanüstü toplantıya çağırdı ve kürsüye çıkarak,  “İlk işimiz ezanı aslına çevirmek olacaktır,  milletimiz bizden ivedilikle bunu bekliyor” diyerek; samimiyetini gösterdi.
Ama bir  sonraki bölümde göreceğimiz gibi bu pek de kolay olmayacaktı…
(*) (Mustafa  Armağan, Türkçe Ezan ve Menderes, Timaş Yayınları, İstanbul 2010)
(3. BÖLÜM: Darbeci general: Menderes’in en büyük  hatası, ezanı değiştirmek)