Hac ziyaret ve ibadeti yapıldıktan sonra bugün Kurban Bayramı, bizim coğrafyamızda... Bizim coğrafyamızda diyorum, çünkü farklı coğrafyalarda, 354 günlük 'qamerî/ ay' yılını esas alan takvimlerde, ayların başlangıcı, yeni Hilâl'in ru'yeti, görülmesi ile başlayacağından, gün farkı olabilmektedir.
Müslümanların ibadetlerinin büyük bir kısmı bu 'Qamerî/ Ay' takvimine göre hesaplanır. Ve bu arada, Endonezya'daki yeni Hilal'in görülmesi ile başlayan yeni ayın, Nijerya, Cezayir ve Magrib / Fas gibi ülkelerde da aynı günde görülmesi büyük çapta imkânsızdır. Bu zaman farklılığı göz önünde bulundurulmayınca, 'Yahu bütün Müslümanlar bir günde bayram yapamıyorlar, o günde bile birlik oluşturamıyorlar...' gibi, zâhiren doğru sanılan, ama gerçeği yansıtmayan şikayetler dile getiriyorlar. Halbuki, biz bu cuma sabahı İstanbul'da bayram namazı kılarken Amerika'nın hele de batısındaki bir Müslüman da ancak dünün, perşembe gününün yatsı namazını; ya da, Endonezya'daki Müslüman da ikindi namazını kılıyor olacaktır.
Yani, güneşin doğması her yerde nasıl farklı oluyorsa, Hilâl'in doğması ve görülmesi de öyle... (Elbette ru'yet, gözle görülme mümkün olmadığı zaman hesaba itibar olunacağı, Hadis-i Nebevî'de de işaret edilmiştir.) Bu yüzden, Endonezya, Malezya'dan, Bangladeş, Hindistan, Pakistan ve Afganistan'a kadar, dünya Müslümanlarının en azından yarısının yaşadığı coğrafyalarda, Zilhicce ayının Kurban Bayramı'nın ilk günü olan 10. Günü'nü, bizim kullandığımız takvimle 7 Haziran Cumartesi gününe denk geliyor. Ama bizim gibi aynı meridyeni paylaşan Ortadoğu ve çevresindeki ülkeler ve coğrafyalarda Kurban Bayramı bugün... Taa, Cezayir'e kadar...
Ama ilginçtir ki, Magrib /Fas ülkesinde de bayram, 7 Haziran Cumartesi günü imiş... Bunu anlamakta şahsen zorlandım. Çünkü Endonezya ile Magrib / Fas ülkesi arasındaki 13 bin km'yi aşan mesafeye rağmen, Bayram'ın zamanının hesaplanmasında esas alınan Hilâl'in iki uzak coğrafyada da aynı günde görülmesi imkânsız gibidir. (Hattâ, Fas'tan gelen haberlere göre, Fas Meliki / Kralı, kurban kesilmesine de, -'hayvan azalması'na yol açtığı gerekçesiyle- yasak getirmiş ve bütün Fas Müslümanlarını temsilen kendisi 1 kurban kestirecekmiş.)
*
Evet, Hacc ve Kurban, İslam Milleti'nin, ferden olmanın ötesinde de, topyekûn bir ümmet olarak, üzerinde daha bir derinlemesine düşünüp idrak etmemiz gereken ibadetlerimizin başında gelmektedir. Çünkü Hacc, Ümmet'in her kesiminden milyonların gerçekleştirdiği, bir 'yıllık kongre'ye iştirak mahiyetindedir.
*
Yani, Hac ibadeti ve mekanı, sadece ferdî geçmişimizdeki hata ve günahlarımızdan dolayı tövbe etmek yeri değil, Ümmet'in bir Millet olarak hepimizin acılarının, sancılarının, dert ve meselelerinin görüşüldüğü çözüm yeri olması lâzım. Ama n'aparsınız ki, Suudi rejimi, o Ümmet'in tamamına ait olan o kutlu mekânlar üzerinde, gasb ve tahakküm ile kurduğu düzenle, polis ve istihbarat elemanları aracılığıyla, 'Burası siyaset yeri değil...' diye, Gazze faciamız hakkında konuşmayı bile yasaklıyor.
FAZLA SÖZE NE HACET?
Suudi rejimi ve benzerleri ise, ümmetin tamamına ait yer üstü ve yeraltı zenginlikleri, (3 trilyon dolar'dan fazla) bir serveti, -kendi diktatörlüklerini sürdürmek için- bir çırpıda Amerikan emperyalizmine ikram etmek için birbirleriyle yarıştalar.
Halbuki, Hac, İslam Milleti'nin dünya çapındaki büyük kongresi mahiyetindeydi de ve öyle de anlaşılmak gerekir.
*
Bu arada, Star yazarlarından M. Sabri Beşer kardeşimin, sıcağı sıcağına yazılmış- Hacc notlarından bazı çarpıcı tesbitlerini de aktarayım -özetle- :
'Mescid dolu, dualar çoğalıyor, secdeler ardı ardına geliyor. Renk renk takkeler, farklı lisanlar, kınalı sakallılar, saf saf dizilmiş müminler...
Lâkin bu kalabalığın içinde Aksâ yok. Gazze yok. Boykot yok!
"Müslüman tepkilidir" deriz; ancak Medine'de, Resulullah'ın köyünde bile tepkisizlik hâkim.
Ziyaretler esnasında dolaşırken, gözüm tezgâhlara takılıyor.
Terör çetesi İsrail menşeli markalar her yerde.
Mescid-i Nebevî'ye birkaç adım kala, Siyonist ekonomisine katkı sağlayan ambalajlı ürünler elden ele dolaşıyor.
Ümmetinâ, düşmanın rafı, yan yana...
(...) Ravza'nın sütunları arasında dolaşırken bir eksiklik yutuyor beni.
Aksa'nın adı yok, acısı yok.
Resûlullah'ın "Ümmetim" dediği coğrafya, en çok da Medine'de yalnızlaşmış sanki!
İçimde gizli bir yangın var. (...)
Hac; ümmetin küresel buluşması...(...)
Allah, "Kâbe'yi insanlar için bir kıyam olsun diye yarattı," buyuruyor.
Kıyam, yerdeysen ayağa kalkmak, ayaktaysan ayakta kalmak.
Ve bu kıyamın nesnesi, Haccın kendisi değil; Kâbe...
Mekke, kavmiyetin eridiği, renklerin izole olduğu bir belde.
(...) İki buçuk milyon insan buradayız. Her biri Allah'ın davetlisi, her biri misafir...
Ve bu misafirliğin ikramı bellidir, sıfırlanmak.
Anadan doğduğu gibi tertemiz, taptaze geri dönmek.
Kâbe'yi seyrediyorum; yüzlere nazar ediyorum (...)
Bazıları, birbirine yer vermemenin telaşında.
Bazıları, bir başkasını ezerek bir adım öne geçmenin hırsında.
Oysa Hac, bir yarış değil; bir teslimiyettir.
(...)
Bir grup hacı, (merhûm) Muhammed İqbal'i ziyarete gider. Ellerinde hurmalar, seccadeler, zemzemler...
İqbal, tebessüm eder ve (...), Keşke Mekke'den, Medine'den bana hurma, zemzem değil de;
Ebubekir'in sadakatini, Ömer'in adaletini, Osman'ın hayâsını, Ali'nin cesaretini getirseydiniz.' der.
Zemzem içilir, hurma yenir, seccade eskir...
Ama ahlâk taşınırsa, ümmet dirilir.
Bugün hac yolculuğunda dönüş yolunda taşınması gereken en büyük yük, valize sığmayan "Ruh yüküdür." (...)'
*
Evet , M. Sabri Beşer kardeşimin bu ilginç tespitlerini bu kadar özetleyebildim..
*
Allah'u Teâlâ'nın hükmü için fedâ etmek üzere kendi kurbanını seçen Hz. İbrahim gibi, her Müslümanın da bu uğurda en sevdiklerini belirlemesi temennisiyle; Kurban Bayramı'nın asıl ruhunu idrak etmek cehdinde olan muhterem okuyucularıma tebriklerimi sunuyorum.
*