Yıl 2006. Hollanda Kültür Bakanlığı'nın davetlisi olarak gittiğimiz bir kültür organizasyonu sonrası, dönüş saatlerinde, Hollandalı Bakan Yardımcısıyla yapılan kısa bir sohbet, yıllardır içimde yankılanan bir zihinsel işgal alarmı gibidir.
Bize döndü, "Türkiye'nin nüfusu 76 milyon (2006). Ortalama kitap okuma oranınızı biliyor musunuz?" diye sordu.
Sustuk.
Bilmiyorduk.
Devam etti, "Hollanda nüfusu 17 milyon. Ortalama bir Hollandalı yılda 16 kitap okur. Ve biz kitap okuma oranını artırmak adına her fırsatta kamu politikası yürütüyoruz. Siz, Türkler... 6 yılda 1 kitap..."
O an, biz sadece sayılarla değil; o adamın yüzüne yerleşmiş istihzayla tuş olduk.
Utandık.
Ama bu utancı ne yazık ki kolektif bir bilinç hâline getiremedik.
O gün bugündür anlatmaya çalıştım bu vakıayı.
Tehlike rakamda değil, okumama hâlinin toplumda bir mesele sayılmamasıydı.
Ve dahi ne okunduğuna kimsenin karışmamasıydı!
Geçtiğimiz gün World Population Review ve CEO World Magazine'in 2024 verileri yayınlandı.
ABD, Hindistan, İngiltere, Fransa gibi ülkeler kitap okumaya yılda ortalama 357 saat ayırıyor.
Türkiye...
Haftada 5 saat 54 dakika.
Bir kahve molası kadar.
Bir "story" izlenme süresi kadar.
Veri çalışmalarına göre "Harry Potter" ve "Yüzüklerin Efendisi", Türkiye'de en çok okunan kitaplar.
Çocuklarımız kitap okuyorlar!
Ama büyüyle yoğrulmuş, cinsiyetsizlikle harmanlanmış, batının ahlak dışı kodlarıyla işlenmiş metinleri okuyorlar.
Kendi kültürel kodlarına, tarihî hafızasına, hakikatle bağ kurmasına yarayacak kitaplarıysa okumuyorlar.
Çünkü o kitaplar ya yazılmıyor ya da engelleniyor.
Bu infialle bir kitap yazdım: 7 Renkli Gezegen.
Fantastik bir çocuk romanıydı ama öyle bildiğiniz fantastiklerden değil.
Karanlık lordlar yoktu; iç muhasebe vardı.
Cinsiyetsiz karakterler yoktu; şahsiyetli çocuklar vardı.
Batının büyülü karanlığına değil, tefekkür aydınlığına çağırmaktı amacım.
Bir karşı anlatı inşa etmekti.
Bir direniş romanı yazmaktı.
Telif almadım.
Yayınevine "Bila Bedel" imza attım.
D&R başta olmak üzere hiçbir zincir mağaza satışı kabul etmedi.
Ret cevabı verdiler.
Harry Potter'ları vitrinlerine dize dize bitiremeyen mağazalar; raflarına virüs bulaşır endişesiyle bu kitaba yaklaştı!
Dışlanmak, sansürlenmek, yok sayılmak...
Bitmedi.
Bir sponsor yordamıyla İstanbul'un metro istasyonlarında ve tramvay duraklarında 7 gün sürecek bir kampanyayla reklam panolarına girdik.
Üç saat sonra, bizzat İBB eliyle afişler kaldırıldı.
Gerekçe sunulmadı.
Çünkü "büyü" yoktu, "LGBT" yoktu!
Çünkü çocuklara "sihirli sopa" değil, "düşünme cesareti" veriliyordu.
Ve en acısı, bizim mahalle de sustu.
YouTube'da yüzbinlerce takipçisi olan muhafazakâr fenomenler, fahiş fiyatlarla "ücretli tanıtım" talep etti.
Bazıları hiç cevap vermedi.
Çünkü kitap algoritmaya değil, vicdana hitap ediyordu.
Çünkü pazarlanabilir bir büyü değil, hakikat yüklüydü.
LGBT sapkınlığına çağrı olduğu için değil, tam aksine, hakikate çağırdığı için yasaklı muamelesi görüyor.
Acaba bu verilerden sonra, bizim zannettiğimiz fenomenler, bizim zannettiğimiz kitapçılar, başlarını ellerinin arasına alır mı?
Zannetmem.
Çünkü bu başlar çoktan vitrin planlarına, satış hedeflerine, reklam algoritmalarına teslim edilmiş.
Düşünmezler.
Düşünmek maliyetlidir.
Düşünmek yalnızlaştırır.
Düşünmek, sistemin dışına çıkmayı gerektirir.
Ama ben o sistemin dışında kalmaya razıyım.
Ben bir çağrı yaptım.
Ben bir direniş duvarına ilk taşı koydum.
Acuzeler gibi üç maymunu oynadıkça hiçbir kayıp geri gelmeyecek, hiçbir saldırı püskürtülemeyecek...
Allah'a iş vermeyi bırakalım, el ense yapmayı bırakalım, sızlanmayı bırakalım; adamlaşalım, adam olalım!
Çocuklar yakılıyor, haberdar mısınız?
Takva taklaları atan fenomen güvercinlerimizden çok daha fazla çalışıyor, en şedit İslam düşmanları.
Ne uyandıracak bizi?
Her şeyi elde ettik, bütün kalelere yürüdük; en önde gidenlerin ardında iz süren yok.
Hançeremiz yırtılana kadar haykırdık: Aile dedik, çocuk dedik, yaradılış dedik...
Gözlerimizin oyulması mı, beyinlerimizin patlatılması mı gerekiyor uyanmamız için?
Defalarca söyledik, yine söyleyelim:
Vatan, harita değil; çocuklarımızdır. Neslimizdir.
Ve eğer bu vatan kayarsa, sadece toprak değil; inanç da gider, izzet de geçmiş de gelecek de...
O zaman bunca çile, bunca mücadele, bunca umut, boşlukta çürür.
Ve biz sadece kaybetmeyiz;
Kendimizi de inkâr ederiz.