Dün, (Perşembe günü) Hicrî-Kamerî takvimin Muharrem ayının ve 1447'nci yılının ilk günü idi.
Ki, namaz saatleri, oruçta imsak ve iftarın başlama saatleri gibi konular güneşe göre ayarlanır; çoğu ibadetler ise, Kamer'e/ Ay'a, Hilâl'e göre hesaplanır.. Hristiyanlık ve hele de Yahudilikte de çoğu ibadetler Ay'a ve Ay Yılı'na göre belirlenir.
Hicrî-Kamerî takvim, Ay'ın Güneş etrafındaki bir tam dönüşü olan 354 günlük Ay Yılı'na göre hesaplanır..
'Şemsî/ Güneş Yılı' ise, Dünya'nın Güneş etrafındaki bir tam dönüşü olan 365 günlük hesaba göre hazırlanır.
*
Hicrî -Kamerî takvim ise, Hz. Peygamber (S)'in Mekke'den, 600 km. kadar kuzeydeki Yesrib'e, (bugünkü Medine'ye) Hicret etmesini esas alan Ay Yılı takvimidir.
*
Eğer, büyük bir inkılap yapmak iddiasıyla, 100 yıl öncelerde 'milâdî takvim' dayatılmasaydı, bugün toplum olarak, Hicrî-Kamerî takvimin 1447'nci yıldönümünü, yani Resul-i Ekrem'in Mekke müşriklerinin ağır baskılarına karşı, hareketinin yeni direniş noktasını belirlemek ve Mekke'deki bir avuçluk 'İslam Cemaati'nden; temeli Yesrib (bugünkü Medine) şehrinde atılacak İslam Devleti'nin vücut bulmasıyla noktalanacak olan ve beşer tarihinin seyrini değiştiren o büyük Hicret Hadisesi'ni esas alan bir takvimin yeni yılı olarak kutlayacaktık.
Eğer Hicret'ten bu zamana kadar olan zamanı Şems-Güneş Yılı'na göre hesaplayacak olsaydık, herhalde, Şemsî- Hicrî /1404'lerde olurduk..
Hicret için beşer tarihinin en önemli hadiselerinden birisi derken, abartı yaptığımız sanılmasın.. Çünkü, her hadise, sonuçlarıyla, eserleriyle değerlendirilir.. Bu açıdan Hicret, evet, biz Müslümanlar için, sonuç ve eserleriyle çok büyük olan bir hadisedir.
Biz Hicret sâyesinde , coğrafya kutsamacılığına sapmadan, yeryüzünün her köşesini, Allah'ın dininin hâkim kılınmasına müheyyâ olduğunu idrak ile, Müslümanların da, bulundukları her yerde Allah'ın dini'nin/ hükümlerinin dünyaya hâkim kılınması idealinin adı olan 'İlâ'y-ı kelimetullah' /(Allah'ın dinini yükseltme dâvası) ile mükellef olduğumuzun idrakiyle, dünya tarihinin seyrini değiştirdik..
Elbette, Allah dilerse, dinini, hükmünü bütün dünyada hâkim kılar ve bunun için bütün Enbiyaullah'ı ve onların yolundan giden has kullarını vazifelendirmiştir.
*
Ama, bugünkü nesiller, zorla dayatılan bir değişiklikle yeni nesiller, Hicret Hadisesi'nin mâna ve mahiyetinden haberdar olamıyorlar. (Elbette 'Hz. İsâ Mesîh aleyhisselâm'ın ve diğer Enbiyaullah'ın veladet / doğum yıldönümlerini kutlamamızda da bir mahzur yok. Ama, Hz İsâ aleyhisselâm'ın milâdını /doğumunu esas alan Milâdî Yılbaşı'nı kutlanması adına dünyada yapılan çılgınlıkların 'Hz İsâ' ile bir ilgisi olmadığından, Müslümanlar o saçmalıklardan uzak durmaktadırlar.)
Hatırlayalım..
14 asır önce, nüfusu silme müşrik bir şehir olan Mekke'de, halkın 'güvenilir bir şahsiyet' olarak bildikleri için, 'Muhammed'ul-Emîn' diye anılan ve beşer tarihinin en büyük şahsiyetlerinden birisi olan bir 'ideal insan', 'insan'ı insana kul etmeyi şiar edinen zulüm, şirk ve sahte tanrıların düzenlerine meydan okumak için, 'Lâilâheillallah..' (Allah'tan başka ilâh yoktur..) bayrağını açıyor ve 'tanrılık' iddiasında bulunanlara bütün Enbiyaullah gibi 'Tevhîd' inancının beşer tarihiyle yaşıt olan mücadelesinin yeni bir merhalesini başlatıyordu..
Bu, çetin bir iş idi.. Ve, bütün Mekke onun karşısına dikiliveriyordu.
Ama, O, yüklendiği büyük dâvayı bütün insanlığa ulaştırmakla ve bu uğurda karşısına çıkacak her türlü zorluğa karşı mücadele etmek ve yolundan dönmemekle mükellef olduğunun en üstün örneğiydi.. İslam Milleti olarak biz Müslümanlar da bütün geçmiş Enbiyaullah'ın ve de Hz. Resul-i Ekrem (S)'in bize emanet ettiği ilâhî vazifeyi yerine getirmekle mükellef olduğumuzu asla unutmamak zorundayız..
'Hicret' bu açıdan bakıldığında, basit bir yer değiştirmek değil, acısıyla- tatlısıyla hayat mücadelesinde Hakk olandan ayrılmamak idrak ve rikkatinden uzak düşmemeyi de gerektiren büyük bir eylemdir.. Hicret'in içinde unutulmasın ki, hicran da vardır.. Hz. Peygamber'in, günün şartlarında 600 km'ye yakın mesafeyi 20 günden fazla bir zamanda yürüyerek gitmesi, çok sade bir yolculuk değildi.. Mekke'den ayrılmadan önce, onu öldürmek için gelen müşriklerin, putperestlerin O'nun yatağında Hz. Ali'yi görmeleri ve hayretler içinde kalmaları..
Sonra gideceği muhtemel istikametlere, arkasından adamlar salmaları ve Hz. Ebu Bekir ile bir mağarada saklanmaları.. Ve o mağarada, iki kişinin iradesinden ayrı olarak, onların yanında bir de onları koruyan 'ilâhî irade'nin Kur'an'da anlatılışı muhteşemdir..
Yol boyunda, O'nun haberini alıp Yesrib'den gelenler, 'O'na ve O'nun yolunda bütün sevdiklerini feda edinceye kadar bağlı kalacakları'na dair, Akabe denilen yörede bi'at ederler..
O kişiler Yesrib'e döndüklerinde, özellikle Yesrib Yahudileri onlardan haber alırlar ve onlar da olan biteni anlatırlar.. Onlar da 'Siz ne yapmışsınız, farkında mısınız?.. Bu sözleşmeniz var ya.. Gerektiğinde bütün dünya ile savaşmayı göze almayı taahhüt etmişsiniz..' diye yüreklerine korku salmak isterler..
Bu sözlerden korkuya kapılacakları beklenenler ise, cevaben, 'Biz de işte tam da onu göze alarak bi'at etmiştik..' derler..
Taa Mâverâünnehir kıyılarından gelip, 'Lailaheillallah' bayrağıyla İzmir'de sahile dayanan bir Selçuklu kumandanına, 'Allah'ım, bundan ileriye yol olsaydı, bu bayrağı oralara da taşırdım..' dedirten ruh, işte böyle bir Hicret ruhudur..
Bu aziz dâvaya kalbini, beynini, kanını- canını ve bütün sevdiklerini feda etmeye hazır olmak idrakinde olmamız temennisiyle, Hicret erlerine tebriklerimi sunuyorum.
Bu yeni Hicrî yıl, Hicret-i Nebevî gibi, yeni manevî fetih ve kurtuluşlara vesile olur, İnşaallah..
Merhum Muhammed İkbâl ne demişti:
'Qalb-i mâ, ez Hind'u Rûm'u Şâm nist..
Merz'u bûm'u mâ, be'cüz, İslâm nist..'
(Bizim kalbimizde, Hind, Rûm ve Şâm diyarlarının muhabbeti yoktur..
Bizim için İslâm'dan başka sınır da yoktur, vatan da..)
Allah'u Ekber!..
*