İsrail'in uluslararası sularda seyreden Sumud Filosu'na yönelik şiddet içerikli operasyonu, yalnızca bir siyasi kriz değil; aynı zamanda insanlık tarihinin biriktirdiği hukuk mirasının açık bir ihlalidir. Açık denizlerde seyreden ticari veya insani yardım amaçlı gemilere, bayrak devletinin rızası olmaksızın müdahale edilmesi, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS) başta olmak üzere deniz hukukunun en temel normlarını ihlal etmektedir.
Açık denizler, tüm devletlerin ortak kullanım alanı olup "seyir özgürlüğü" (freedom of navigation) en güçlü şekilde korunan haklardan biridir. Bu hakkın ihlali, yalnızca ilgili gemi sahiplerine değil, bütün uluslararası topluma yöneltilmiş bir saldırıdır.
DENİZLER ZORBALIĞIN DEĞİL İNSANLIĞIN MİRASIDIR
İsrail'in Sumud Filosu'na yönelik bu operasyonu, deniz haydutluğu ve zorla el koyma kapsamında değerlendirilebilir. Zira BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin 101. maddesi, açık denizlerde bir gemiye saldırıyı veya el koymayı, devlet yetkisi dışında yapılan her türlü zorlayıcı eylemi "piracy" (deniz haydutluğu) tanımı içine sokmaktadır. İsrail'in bu eylemi, doğrudan devlet organları eliyle yapılmış olsa da, meşru müdafaa veya güvenlik gerekçesiyle açıklanamayacak bir orantısız güç kullanımını içermektedir. Bu durum uluslararası teamül hukuku açısından "yasadışı kuvvet kullanımı" (unlawful use of force) niteliğindedir.
Türk Ceza Kanunu'nda yer alan "deniz haydutluğu", "insan kaçırma" ve "zorla alıkoyma" suçları, bu eylemle doğrudan bağlantılıdır. Türkiye, kendi vatandaşlarına ve bayrak taşıyan gemilere yapılan bu hukuksuz müdahale karşısında hem ulusal hem de uluslararası yargı organlarına başvurmakla yükümlüdür.
DEVLETLER HANGİ HUKUKİ YOLLARI KULLANABİLİR?
Öncelikle, Uluslararası Adalet Divanı (UAD) nezdinde, ilgili devletler doğrudan İsrail'e karşı dava açabilir. UAD, devletlerarası hukuka aykırılıkları inceleyen en üst yargı mercidir. Ayrıca Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi (ITLOS), denizlerde seyir özgürlüğünün ihlali sebebiyle acil tedbir taleplerini değerlendirebilir. Bunun yanı sıra BM Güvenlik Konseyi'ne yapılacak başvurular, İsrail'in uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden eylemleri bağlamında ele alınmalıdır.
Bu operasyon yalnızca devletlerarası değil, bireysel sorumluluk doğuran bir süreçtir. Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Statüsünün 7. ve 8. maddeleri, sivillere yönelik sistematik saldırıları "insanlığa karşı suç" ve "savaş suçu" kategorisine sokmaktadır. İsrail askerleri ve bu operasyonu planlayan siyasi/askeri sorumlular hakkında, UCM nezdinde bireysel cezai sorumluluk doğar. Nitekim, bu operasyonun Gazze'de süregelen abluka ve sivil nüfusa yönelik katliamın parçası olduğu düşünüldüğünde, soykırım suçuna katkı iddiası dahi gündeme gelebilir.
SUSKUNLUK, EN BÜYÜK İTİRAF
Devletler, evrensel yargı ilkesini kullanarak kendi ulusal mahkemelerinde de İsrail askerleri hakkında dava açabilir. Evrensel yargı, özellikle soykırım, insanlığa karşı suç ve savaş suçları gibi uluslararası suçlarda, failin milliyeti veya suçun işlendiği yerden bağımsız olarak tüm devletlere yetki tanımaktadır. Bu bağlamda, yalnızca Türkiye değil, dünyanın farklı bölgelerindeki devletler de İsrail askerleri hakkında yargılama süreçlerini başlatabilir.
Sonuç olarak, İsrail'in Sumud Filosu'na yönelik hukuksuz müdahalesi, uluslararası hukukun ve Türkiye'nin iç hukukunun ağır ihlallerini içermektedir. Bu süreçte devletler yalnızca siyasi tepki göstermekle yetinmemeli, aynı zamanda uluslararası ve ulusal hukuk mekanizmalarını harekete geçirerek somut adımlar atmalıdır. Aksi takdirde, güçlü olanın hukuku zayıf olanın hakkını tamamen ortadan kaldıracaktır.
Bugün devletler sessiz kalırsa, yarın hiçbir gemi, hiçbir vatandaş uluslararası sularda güven içinde olamayacak. Bu nedenle Sumud Filosu'na yönelik hukuksuzluk yalnızca Türkiye'nin ya da belli devletlerin meselesi değil; tüm insanlığın meselesidir.