Washington ve Tel Aviv sahneye çıkıp dünyaya yeni bir "barış planı" pazarlıyor. 20 maddelik metin, Gazze'de kanı durduracak tarihi bir çözüm olarak sunuluyor; ancak satır aralarına bakıldığında görülen, barış değil işgali kalıcılaştırma iradesi. Rehinelerin serbest bırakılması, mahkûm takası ve insani yardım gibi başlıklarla süslenmiş olsa da planın en kritik yönü, İsrail ordusunun Gazze'nin büyük bölümünde süresiz kalmasına izin vermesi. Netanyahu bunu kendi kamuoyuna "İsrail'in güvenlik zaferi" olarak satıyor; oysa gerçekte Gazze resmen açık hava hapishanesi haline getiriliyor. Ortaya konulan bu formül, Gazze'ye insani yardımların girecek olması ve bombardımanın durması bakımından önemlidir. "Hiç değilse bir anlaşma olsun ve bu insani dram sona ersin" bakış açısıyla plan olumlu görülebilir.
Plan Hamas'ın tamamen silahsızlanmasını ve siyasetten dışlanmasını şart koşuyor, buna karşın İsrail'in işgal politikalarına ve askeri gücüne dair hiçbir sınırlama getirmiyor. Dahası, Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkı plan metninde yok sayılıyor. Bu durum, uluslararası hukukun açık hükümlerine ve Birleşmiş Milletler kararlarına aykırıdır. 1947'deki BM 181 sayılı Taksim Kararı'ndan bugüne, iki devletli çözüm uluslararası toplumun temel parametresi olmuştur. 1988'de Cezayir'de ilan edilen Filistin Devleti bugün 150'den fazla ülke tarafından tanınmış, son dönemde İspanya, İrlanda, Norveç ve Kanada gibi ülkelerin tanıma kararlarıyla bu sayı daha da artmıştır. Buna rağmen Trump–Netanyahu planında iki devletli çözümden tek bir bağlayıcı ifade bile yoktur. Netanyahu'nun "Filistin devleti yok, anlaşmada da yazmıyor" sözleri, aslında planın özünü ortaya koymaktadır: barış değil, statükonun sürdürülmesi.
Bu tablo aslında yeni değil. İsrail, geçmişte de benzer süreçlerde anlaşmalar imzalamış ama hiçbirine sadık kalmamıştı. 1993 Oslo Anlaşmalarında Filistin'e devletleşme perspektifi vaat edilmiş, ancak İsrail yerleşim inşaatlarını hızlandırarak Batı Şeria'yı daha da parçalamıştı.
2005 Gazze'den çekilme planı "tarihi geri adım" diye sunulmuş, fakat İsrail Gazze'nin kara, hava ve deniz sınırlarını elinde tutarak kuşatmayı yoğunlaştırmıştı. 2014 ve 2021 ateşkesleri ise kâğıt üzerinde kalmış, İsrail "güvenlik gerekçesiyle saldırılarını sürdürmüştü. Bugün masaya konulan plan da aynı geleneğin devamı: barışı değil, işgali kurumsallaştırmayı hedefliyor.
Uluslararası toplumun ve BM Genel Kurulu'nun defalarca altını çizdiği gibi, kalıcı barışın tek yolu iki devletli çözüm. Doğu Kudüs'ü başkent yapan, Batı Şeria ve Gazze'yi kapsayan bağımsız bir Filistin Devleti olmadan, hiçbir anlaşma gerçek bir çözüm getirmeyecek. Ancak Trump–Netanyahu planı, tam da bu ihtimali bilerek belirsiz bir geleceğe ertelemekte, uluslararası hukuku ve devletlerin tanıma kararlarını hiçe saymakta.
Netanyahu içerde aşırı sağcı ortaklarının baskısıyla manevra yaparken, Trump ise seçim hesapları uğruna "barış mimarı" rolüne bürünüyor. Ancak ortada bir gerçek var: Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkı görmezden gelindiği sürece, bu plan bir barış anlaşması değil, sonsuz savaşın yeni anayasasıdır.
Gerçek barış, İsrail'in net ve bağlayıcı bir çekilme takvimi açıklaması, yerleşimlerin durdurulması, Filistin Devleti'nin tanınması ve uluslararası hukukun uygulanmasıyla mümkün. Bunlar yoksa ortaya konulan her belge, sadece işgalin diplomatik kılıfı.