Önce bir not: Başkan Erdoğan'ın evvelki gün yaptığı açıklamaya göre, seçimin 18 Haziran'da değil, 14 Mayıs'ta yapılacağı neredeyse kesinleşmiş gib. Bu vesileyle bazı okuyucular, 21 Aralık 2022 günü yani 1 ay önce yazdığım yazının başlığının, 'Seçim tarihi' olarak, 14 Mayıs 1950'nin 73. yıldönümü belirlenir mi?' şeklinde olduğunu hatırlattılar. Ve 'O bir önbilgiye mi dayanıyordu, yoksa bir önseziye mi?' diye sordular.
Evet, o yazının başlığının gerekçeleri hatırlatılarak, şöyle söylenmişti: 'Normal olarak, Haziran-2023 ortasında yapılması gereken Başkanlık ve milletvekilliği 'seçimleri'nin tarihi etrafında bir takım görüşler belirtiliyor.
Bu konuda en müsaid tarih olarak 14 Mayıs'ın açıklanması gerekir, derim. Çünkü 14 Mayıs 1950 tarihi, 27 yıllık diktatörlüğe, kısmen de olsa son verilen bir 'millet darbesi'nin 73. yıldönümüdür.
Milletimizin, etkileri hâlâ da devam eden 1950 öncesindeki Şeflik dönemlerinde neler çektiğinin ve sonraları karşılaşılan bütün askerî darbelerin de 1950 öncesindeki tahakküme duyulan hasretle sahnelendiğinin unutulmaması açısından iyi bir vesile olabilir.'
Yazının devamında da, daha başka konulara; bayram ve yaz tatilâtı ve de iklim şartları vs. yüzünden, insanların ikamet ettikleri ve oylarını kullanacakları seçmen sandıklarının bulunduğu şehirlerden uzaklara gitmiş olabilecekleri ve de bir takım siyasî oyunların oynanmasına imkân vermemek açısından ortaya çıkacak bazı yersiz tartışmaların olmaması için seçimin, böyle kısa bir süre için de olsa, öne alınmasının faydalı olacağına değinilmişti.
Alınan bu kararın yerindeliği ortada. Ve seçimlere artık 110 gün kadar bir süre kalmış bulunuyor.
Tayyib Bey, '14 Mayıs 1950'de Adnan Menderes'in 'Yeter artık. Söz Milletin!' şiarıyla, / sloganıyla meydana çıktığını ve CHP'nin 27 yıllık Tek Parti döneminin öyle sona erdirildiğini hatırlattı.
Bazıları, ekranlardaki tartışmalarda illâ da kafa bulandırmak istercesine, 'Şimdi de milletin, 20 yıllık AK Parti yönetimine aynı şekilde, yeter artık!' diyebileceği gibi abes benzetmelerde bulundurmaya çalıştılar. Ve bunu söyleyen aklı başında olduğu kabul edilebilecek kimseler, 27 yıllık ve asla millet iradesinin söz konusu olmadığı tek parti diktatoryası ile AP Parti'nin 20 yıllık ve defalarca millet iradesiyle seçilen iktidar dönemini aynı imiş gibi göstermeye kalkıştılar. Dahası, bazı tartışmacılar, 'Millî Şef'in sıfatının İsmet İnönü'ye ne maksadla verildiğini bilmiyor gibi davrandılar; ama her şeyde ahkâm kesen bu gibiler, o 'Millî Şef' nitelemesinin, 'Ebedî Şef'in devamı olduğunu bilmezlikten geldiler. Çünkü o sıfatın kime verildiğinin yeni nesillere hatırlatılmasının başka birisini de tartışma zeminine getireceği tedirginliğiyle o konuyu hiç söz konusu etmediler.
Anlaşılıyor ki, özellikle son günlerdeki yersiz- zamansız değil, yalan olduğu anlaşılan bazı tartışmalara, yenileri de eklenecek... Ülkenin ve milletin dünya çapında gurur kaynağı olan ve dünyadaki askerî güç dengelerini bile alt-üst eden İHA, SİHA ve benzeri diğer yüksek teknoloji ürünü icadları ortaya koyan bir araştırma şirketini, Devlet desteği alarak büyüdüğü suçlamasıyla lekelemeye çalışan 15 yıllık bir eski Bakan ve yeni bir Parti lideri, aldığı tepkilerden sonra, her ne kadar 'sözüm çarpıtıldı' diyorsa da, kendi beyanındaki mantık çarpıklığını, yalan ve yanlışlığını kabul edip özür dilemek yerine, suçu başkalarına atmaya çalıştı. (Kaldı ki, öylesine büyük buluşlar için, Devlet, destek vermiş olsaydı da, yanlış olmazdı. Ama Bayraktar'ların babası merhûm Özdemir Bayraktar'ın, kendisine yapılan Devlet desteği tekliflerine hiç yaklaşmadığı, bizzat Tayyib Bey tarafından açıklandı. Ayrıca, Selçuk Bayraktar'ın Tayyib Bey'e dâmad olması, 2016'da gerçekleşmiştir ve Bayraktar'ların şirketi BAYKAR'ın ise, 35-40 yıllık bir geçmişi var.)
Bunlar devam ederken, hele de yıllar boyu Tayyib Bey'e başdanışmanlık, Dışişleri Bakanlığı ve sonunda da Başbakanlık yapan bir diğeri, son olarak yayınladığı bir videoda, akıl ötesi ve ancak kendisini küçük düşüren yeni iddialara yer vermiş bulunuyor. Ve 'Ben belgeli konuşurum.' diye bir takım iddialarda bulunuyor. Şimdi böyle konuşan kişi, AK Parti'nin Gn. Başkanlığı'ndan ayrılırken, 'Benden, Cumhurbaşkanımız aleyhine tek bir kelime bile duyarsanız, yüzüme tükürün!' diyen kişiydi..
Bugün karşılaşılan tablo ise, tam bir riyakârlık/iki yüzlülük veya çok yüzlülük ve hattâ tam bir yüzsüzlük örneğidir. Yani, bu kişiler, on yılı aşkın bir zaman boyunca bulundukları makamlarda güven telkın eden, gerçek yüzlerini ve kimliklerini gizleyen kimseler miymiş meğer.
Eğer öyleyse, kandıranlardan olmaktansa, kandırılan duruma gelmek yeğdir der, geçeriz. Ama siyaset ve makamlar uğruna ne kadar küçüldüklerini gördüğümüz kimselerin sergiledikleri kimseler için sadece kendimiz için değil, onlar adına yine de esefleniriz.
Bu arada Amerikan emperyalizminin BM'de yıllarca baş temsilciliğini yapan ve sonunda da Trump'ın zamanında da Ulusal Güvenlik Başdanışmanı olan John Bolton, dün, Tayyib Erdoğan'a beslediği düşmanlığını tekrarladı ve Türkiye'deki seçimlerde Tayyib Erdoğan'ın saf dışı edilmesi için muhalefetin desteklenmesi gerektiğini hatırlattı.
Hatırlanacağı üzere, 15 Temmuz 2016'daki Darbe İhaneti sırasında medya organları, BM'deki USA Baş temsilcisi olan bu kişiye, John Bolton'a Türkiye'deki askerî durumla ilgili olarak sorduklarında 'Evet. Türkiye'de bir askerî hareket olduğunu biliyoruz. Eğer askerler galib gelirse, laiklik güçlenir. Ama Erdoğan kazanırsa, laiklik zayıflar. Erdoğan iktidardan düşerse, onun için gözyaşı dökmem.. Çünkü o, Amerika'nın düşmanıdır.' demişti.
Başkalarına sözüm yok, ama, aynı 'değerler çeşmesi'nden su içtiğimizi düşündüğüm bazı isimler var ki, Bolton'un dünlerdeki ve bugünlerdeki Tayyib düşmanlığını iyi düşünmelerini vicdanlarının derinliklerinde kalmış bir şeyler varsa, bir zamanlar ortak olduğumuzu düşündüğümüz asîl değerler adına hatırlatmak isterim.
*