Bir 'resmî ağlama günü', - daha doğrusu- 'günü değil, günleri' daha geride kaldı.. 'Günleri..' diyorum, çünkü o 'Ağlama Günü'nün karşılanması için 2-3 gün öncesinden beri gerekli hazırlıklar yapılmıştı ve o günlerin geçişinden sonra da..
Özellikle de gözleri yaşlı küçücük yavruların, ekranlarda, altın yaldızlı büstler öptürülerek 'atamız' diye ağlatıldığı sahnelerin toplumun bütün kesimlerine yansıtılması ilkelliği..
(Halbuki, 'talim-terbiye' konularında geçmişi olan Kamil Yeşil kardeşimin gönderdiği yazıda, 1980'li yıllarda, söz konusu günün bir 'mâtem' havasında değil, bir 'anma' çerçevesi içinde olması gerektiğine dair kısa süreli de olsa uygulamalardan söz ediliyordu.)
Sonra da, hem öncesinde, hem o ağlama günü ve hem de yazılıp çizilenlere bakıyorum.. Hele bazıları, tarifler yapıyorlar..
'Gerçek filancı'lar,
'Filancacı' gözükenler,
'Filancacı' gözükmekten geçinenler..' vs.
Bu gibi tarifleri yapanlardan birisi de, 'Filancacı geçinenler'den söz ediyor, devamında da, 'filanca'yı kıyısından köşesinden tırtıklatmaya, yıpratmaya çalışanlar'dan yakınıyordu.. Ama, kendisi hangi taifeye dahildi ve neredeydi, onu düşünmeden..
Dünkü köşe yazılarından birinde de, 'Batı dillerinde, özgürlük, eşitlik ve kurtuluş yerine kullanılan bir 'emansipasyon'dan söz ediliyor ve bu kavramın, 'insanın insana kulluğunu yok etmek' olduğunu belirttikten sonra; 'filanca'nın da 'bizim toplumumuzu padişahlara kul ve emperyalizme köle olmaktan kurtarıp özgür vatandaşlar haline getirdiği'nden bahsediyordu..
Padişahlar mı halkı emperyalistlere köle yapmışlar? Emperyalistler, halkını kendilerine köle yaptığı için mi, asırlardır, Osmanlı'yı tarih sahnesinden yok etmek için uğraşıyorlardı? Yoksa, Osmanlı tarih sahnesinden çekildikten sonra, bir Müslüman halk'ın başına geçen birileri, emperyalistlerin alkış ve desteğine dayanarak daha bir frenlenemez uygulamalara mı girmişlerdi?
*
Bu gibi kişiler, Padişahların Cuma Selâmlığı'na geldikleri zaman, resmen vazifeli bir grup insanların öncülüğünde, halkın da onlara katılmasıyla, 'Gururlanma Padişahım, senden büyük Allah var!' diye yüksek sesle, Padişah'ı ikaz ettiklerinden habersiz olduğu da anlaşılıyor.. Ya da, nice büyük İslam uleması veya emsali kimselerin, makamlarından dolayı övüldükleri zaman, o övgücüleri, 'Susun bakalım.. Siz bizi Firavun ve takipçilerinden mi sanıyorsunuz?' diye susturduklarından da habersiz..
Bu zavallı bakar-körler, Padişahlara kulluk edilmekten söz ederken, bir milletin, 10 yıla yakın bir zamandır, görüşlerine karşı çıkılması, eleştirilmesi kanunen yasaklanmış olan bir siyasî liderin hangi ülkede olduğundan habersizler herhâlde.. Dünyada, ne Lenin ve Stalin kaldı, ne Mao, ne Kuzey Kore'nin ilk lider Kim İl Sun kaldı.. Ne de Arnavutluk'ta 45 yıla yakın süre hükmeden Enver Hoca..
Ve daha niceleri..
Kalem erbabı olan bu gibi kişiler, içinde yaşadıkları toplumda, kimlerin topluma, âdeta bir 'tanrı' gibi, bir 'put' haline getirildiğinden, gösterildiğinden sahiden de mi habersizdirler? Eğer habersiz iseler, onlar kendileri de o taifeden olmalılar ki, bu ülkede son 70-80 senedir, o söz konusu resmî ağlama günlerinde olan-bitenleri görmemişler, dile getirilenleri işitmemişler..
B. Kemal denilen bir 'müteşair' (şair geçinen) ve en ileri 'filancacı' olmakta, 'Seni sevmek bir ibadettir' diyen 3. C. Başkanı Celâl Bayar'la yarışırcasına, 'Rabbim de gözyaşı dökmezse ayıp..' diyecek kadar, mantıken de tam bir hezeyan ifadesi olan sözler ettiğinden bahsediyordu..
Şevket Süreyya Aydemir ise, o 'resmî ağlama günü'nün icat olunmasından 37 yıl sonralarda, 1975'lerde, (yani, kendi vefatından birkaç ay önce) Milliyet gazetesinde yayınladığı uzuuun bir yazısında, -ve âdeta, bir daha böyle bir 'itiraf'ta bulunmak fırsatını bulamayabilirim..' dercesine-, 'Kahraman putlaştırıldığı zaman ölür..' başlığıyla ilginç bir yazı yazmış ve, 'Biz, (... filanı,) öldürdük, çünkü putlaştırdık..' diye yazmıştı.. Onun bu sözlerini başkaları yazamazdı; yazsaydı, hemen mahkeme ve kodes yolları açılırdı.. Ama o yazınca, birkaç kişi, 'münasebetsizlik' yapmış.. ' demekle yetinmişti, özel sohbetlerinde..
*
Sadece geçmişte, çok geride kalmış olan zamanlarda söylenenleri tekrarladığımız sanılmaya..
Şu son günlerde ekranlarda sergilenen bazı sahneler veya dile getirilen bazı makaleler, insana ister istemez, 'putlaştırmak ve puta tapmak' bu değilse, 'puta tapmak nasıl oluyor ki?' dedirtecek cinsten..
*
Ama artık en iptidaî sayılan toplumlarda bile, bir siyasî lideri, bizdeki kadar ilkelce anan başka ülke kalmadı dünyada..
Ülkemize ve halkımıza reva görülen bu komik ve ilkel putlaştırma örneklerinden kurtuluş hiç mi olmayacak?
Her halde, bu putlaştırmacılık ve puta tapıcılık örneklerini, o siyasî liderin de istediğini, onun takipçileri olduklarını söyleyenler iddia edemezler..
*
Bu gibi durumlar dünyada da zaman zaman yaşanmıştır.. 1971'de, Bangladeş'in kurucusu olan ve kendisine 'Bengallilerin atası' manasına gelen 'Bangabandu' isminin verilmesini (büyük bir tevazu ile!!!) kabul eden Şeyh Muciburrahman, aradan 4 sene geçmeden, katledilmişti..
*
Bu vesileyle, belirtelim ki, Stalin öldüğü zaman, onun ölüm yatağında ve ölümü esnasında, etrafında dizilen Rusya Komünist Partisi Yüksek Presidium üyelerinin hemen her birisi; hem de korkunç 2. Dünya Savaşı'ndan Rusya'yı, Amerika'nın yanı başında ve ona denk ikinci bir dünya lideri olarak ortaya çıkarmış olan Stalin'in ölümünü hatıralarında anlatırlarken, 'Evet, tanrı ölmüştü.. Hepimiz şaşkındık..' yazmışlardı.
Bunlardan birisi de Stalin'den sonra Sovyet Rusya liderliğine geçen Nikita Kruşçev idi ve 'tanrı'larının ölümünün üzerinden 3 sene sonra, 1956'daki Komünist Parti Kongresi'nde konuşurken, beklenmeyen bir şekilde, bütün kötü sıfatları kendisine nispet ederek, 'Tarihimizin gördüğü, En...! En...! en!.. Evet , o'dur!!..' diyerek Stalin'i lanetlemiş ve ama birisi ona seslenmişti, 'Sen neredeydin o zaman?' diye.
Öyle ya, Kruşçev de Stalin'in yanı başında olanlardan biriydi.. Ama, şimdi onu lanetliyordu.. Kruşçev, 'Kimdir o?' deyince, kimse ortaya çıkmamıştı..
Kruşçev o zaman, 'Sen kim isen, senin şimdi bulunduğun yerdeydim..' diyor ve Stalin'in Kremlin Sarayı'nın duvarına defnedilmiş olan ceset artıklarını oradan çıkartıp, Moskova Çöplüğü'ne attırıyordu..
*