Ahmet Hamdi Tanpınar, 7 Şubat 1949'da Ulus gazetesinde yayımlanan yazısının başlığını böyle atmış. Yazının bir yerinde öyle bir cümle var ki... İnsanı iradesiz, kimsesiz, çaresiz bırakıveriyor: "Hep aynı boşluk!"
Son zamanlarda aynı boşluğu ben de yaşıyorum. Değişen bir dünyanın tam ortasında, kan revan içinde kalmış bir talihin insanlarının üzerinden "yeni bir dünya kuruluyor" sözünü duydukça da bu boşluk büyüyor.
Tanpınar'ın zaman karşısında duyduğu boşluk, bugün medeniyetlerin yaşadığı epistemik çöküşte yankılanıyor. Tarihin ve talihin kenarında ne kadar kolay cümle kuruyoruz değil mi?
İçimdeki boşluğu büyüten bir başka konu da sahici fikirler yerine kendinden menkul tarih anlayışı üzerine kurulmuş ve tamamı Batı'nın tarihselliğinin kötü bir kopyası olan defolu ideolojilerin sloganlarının oluşturduğu itiyadı bir türlü terk edememek. Tanpınar'ın deyişiyle, "Alışkanlık ruhun en tehlikeli uyuşmasıdır; çünkü insan, içinde yaşadığı zamanı anlamadan yaşar." Biz de, Batı'nın tarihselliğinin kötü bir kopyası olan defolu ideolojilerin sloganlarında aynı uyuşukluğu sürdürüyoruz.
Ezber gerçekten berbat bir şey. Okuduğunuz her yeni fikir sizi geliştirmesi gerekir değil mi? Olmuyor işte; o sizi yiyip bitiren sloganların yorgunluğunda 'Sisyphos' gibi hep aynı çukura yuvarlanıp duruyorsunuz.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın yaşadığı bu duyguyu yaşamak gerçekten ilginç. Bir itirafta bulunayım: Yıllar önce Huzur romanındaki İstanbul'u -ki romanın asıl kahramanı İstanbul'dur- eleştirmiş ve ondan sonra da Tanpınar'a bir nevi mesafe koymuştum. Hazır reçeteler dünyasının insanda oluşturduğu başka bir itiyad da bu galiba.
Sefa Kaplan'ın Geç Kalan Adam; Ahmet Hamdi Tanpınar kitabını okuduğumda, insanın aslında kendini kandırma noktasında ne kadar mahir olduğunu ve Tanpınar'ın o "Eşik" şiirindeki "Bütün pınarlara koştum, cevap yok / Tekrar bana döndü her attığım ok" mısralarındaki "yansıtma" refleksiyle kıvranıp durduğunu bir kere daha anladım.
Biliyorsunuz, bu köşede zaman zaman iç politikaya dönüş yapsam da genellikle ekonomipolitik ve dünya sistemi üzerine yazılar yazdım. Dünya sisteminin yaşadığı kriz üzerine belki de onlarca yazım yayımlandı. Aslında Tanpınar hakkında bir giriş yapsam da, yine dünya sistemi ve Türkiye üzerine bir yazı yazma niyetiyle yola çıktığımı söyleyeyim.
Ama her yazdığımız yazıda bir boşluk oluşuyor. Yakınmıyorum; derdim o değil. Az önce söylediğim gibi, tarihin kenarında kalmış bir milletin çocuğu olarak birbirimize çektiğimiz silahlar içimi acıtıyor. Batı'nın çöküşü karşısında hâlâ eski ezberleri tekrarlayıp durmak, söz gelimi acısını dahi komşusunu, kendi insanını dövmek için araçsallaştırmak, gerçekten çok üzücü.
Bir savaş mı veriyoruz gerçekten? Savaşın bir hukuku olur, değil mi? Kamp bile yok aslında; mevzi içinde defolu ideolojilerin kakafonik sloganları var sadece.
Keşke millet olarak anlayabilsek; insanın talihiyle Türkiye'nin talihi aynı eşiğin üzerinde bekliyor. Tanpınar'ın "hep aynı boşluk" dediği yer, belki de bu eşiğin tam kendisidir -ne bütünüyle geçmişteyiz ne de tamamıyla gelecekte.-
Oysa kader, bu eşiği aşabilmekte saklıdır; kendi zamanını duymayan bir millet ne tarihe dâhil olabilir ne de ondan kurtulabilir.