11 Aralık tarihli ve ‘Kafkasya taşfırın gibidir; geç ısınır, geç soğur..’ başlıklı yazıda işlenen konunun ‘turancılık’la ilişkilendirilebilecek taraflarına değinilmesi, bugünkü yazıya kalmıştı. Ama, Başkan Erdoğan’ın Bakû’da okuduğu bir şiir çarpıtılarak, İran’ın toprak bütünlüğüne saygısızlık sayılınca o konuyu inşallah yarına bırakalım.. Ve hemen belirtelim ki, o ‘geç ısınma’, meğer İran yönetimi için söz konusuymuş. İnşallah, geç değil, hemen soğur.
İran’ın, o şiirden öylesine çarpık bir mânâ çıkarılacağını hiç mi hiç beklemezdim, amma o da oldu.
***Anlaşılıyor ki, İran yönetimi, Azerbaycan Cumhûriyeti sınırları içinde yer alan Müslüman beldelerinin kurtarılmasında hiçbir olumlu rolünün olmayışından ziyade; Türkiye’nin, bu yerlerin Ermenistan işgalinden kurtarılmasındaki etkisinin ezikliğini yaşamış ve yaşıyor, hâlen de.. Ve ‘kaybeden taraf’ hissiyatına kapılmış vaziyette..
Ayrıca, Azerbaycan Cumhuriyeti’ndeki 8-9 milyon Azerî türkü ile İran’daki genel nüfus içinde onlarca milyon oldukları tahmin edilen Azerî Türkleri arasında bir gönül ve duygu birliği de rahatsızlık meydana getirmiş..
***‘Fakir’, konuya devletler arası siyasî hesaplar açısından değil, bir Müslüman hakkaniyetiyle bakmaya çalışıyor ve İran yönetiminin bu hassasiyetine, bu eziklik, hattâ kaybetmişlik ve de Türkiye’yle 500 yıldır var olan rekabet duygusu dışında anlaşılabilir bir izah yolu bulamıyor.
‘Acaba, bir takım haklı korkuların da etkisi var mıdır?’ diye de düşünülebilir. Çünkü, Erdoğan’ın 10 Aralık’ta okuduğu şiir İran kamuoyuna 11 Aralık günü yansımıştı. 11 Aralık günü ise, İran, bir özel günü kutluyordu.
Şöyle ki, İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz ve Sovyet Rusya askerleri İran Azerbaycanı’na girmişlerdi. Savaş bittiğinde ise, Stalin, Tebriz’de, Azerbaycan Demokrat Partisi’nin başkanı olan Seyyid Cafer Pişeverî isimli bir marksist -komünist kişiye, 12 Aralık 1945 günü, Azerbaycan Millî Hükûmeti adında kukla bir hükûmet kurdurtmuştu.
Ama, Şah M. Rıza Pehlevî, Amerika ve İngiltere’nin tam desteğini sağlayınca, Pişeverî’nin kukla hükûmeti birinci yılını doldururken, 11 Aralık 1946 günü yenilgiye uğramış; Stalin de, askerlerini geri çekmek zorunda kalmıştı.
***11 Aralık, işte o günün, Rusya askerlerinin, İran Azerbaycanı’ndan çekilmek zorunda kalışının yıldönümü idi. Tabiatiyle, duyguların coşkulu olduğu bir gün idi.
Erdoğan’ın şiiri işte o havada yansıdı İran’a..
Ama, öyle bile olsa, bu şiirde onların duygularını rencide edecek ne vardı ki?
Ancak, bu şiiri, hiç de zarif olmayan bir şekilde ve Trumpvarî bir tutumla twitter üzerinden çarpıtanların başında İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif gelmektedir. Hele, İnkılab Muhafızları Ordusu mensubu kılıklı birisinin youtube’dan, azerî türkçesiyle Erdoğan’a, ‘Karabağ’ın kurtarılmasında senin hiçbir dahlin yokken, Bakû’da ne yapmak istiyorsun? Unutma ki, Irak’ta nasıl bir batlağa girdin.. Suriye’de karşımızda, bilhassa Seraqeb’de nasıl bozguna uğradın.. Libya’da nasıl bir batlağa girdin.. Sen bunlara bak.. Ve sakın Tebriz’i ağzına alma, Yüce Rehberimizin milyonlarca gönüllüsü burada hazır..’ demesi, ayy, ne kadar ‘korkutucu!..’
***Erdoğan’ın, anonim halk bayatî ve ‘mahnı’larınden oluşan ve birkaç mısraı da 11 yıl önce vefat eden Bahtiyar Vahabzâde’ye aid olan mısralar, Aras Nehri’nin iki yakasının 200 yıl öncelerde Rusya tarafından zorla ayrıldığını anlatıyor. Kezâ, ‘İrtibatat Veziri, (Enformasyon Bakanı) daha dün, 200 yıl öncelerdeki İran haritasını hasretle göstermiyor muydu?
O şiirde, Karabağ’dan bahseden kısım da, hem Rusya tarafından 200 yıl öncelerdeki, hem de Ermenistan tarafından 1992’deki işgale karşı duyulan hınç ve hışımla ilgiliydi..
***Bu konuda bir de, Tayyib Bey’in gözden ırak tutulmaması gereken bir özelliğini de hatırlamak gerek.. Sadece ülke içinde gittiği her şehrin veya halkının güzelliklerini anlatan şiirler ve deyimler okumasıyla değil; başka ülkelerde de o halkın dilinden bir-iki mısra veya bir atasözünü muhatablarının dilinden tekrarlayarak onlarla gönül bağı kurmaya dikkat eden birisi.. (Ki, İran’da da farsça beytler okumuştu, geçmişte..) Azerbaycan’da da azerî lehçesiyle bir şiir de okudu. Bu şiirde, sadece Karabağ’ın önce Rusya ve sonra Ermeniler tarafından işgaline değil, Aras’ın da iki yakasının da zorla ayrıldığına da bir itiraz dile getiriliyordu. Ve, Rusya tarafından İran’a, 200 yıl öncelerde ve İran halkının dilinde ve hâlâ da, ‘Qarardadha’y-ı nengîn‘ (utanç verici andlaşmalar) diye anılan Gülistan ve Türkmençay andlaşmalarıyla dayatılan ayrılığa bir karşı çıkış vardı.
Bu duruma göre, İran, kendi elinden çıkan o toprakların yeniden Müslüman halkın eline geçmiş olmasından bir de memnun olmalı değil miydi?
***Ama, anlaşılıyor ki, Erdoğan Türkiyesi’ne duyulan hınç yüzünden o şiir, mantıksızca çarpıtılmış..
Tamam, 28-30 yıla varan bir Ermenistan işgali karşısında, İran başta ekonomik ambargo olmak üzere yığınla sosyo-ekonomik buhranlar içinde olduğundan bir şey yapamadı diyelim.. Ama, Türkiye de yapamamıştı..
Ama, nihayet, hamdolsun; Müslüman halk, kendi topraklarına, evlerine, barklarına, yurtlarına dönmek imkânı buldu. 30 yıllık bir utancı, bir zaferle bertaraf eden Azerbaycan halkının duygularından İran kendisini dışlanmış saysın?
O törenden sonra, Kafkasya’da, ‘Türkiye, İran, Azerbaycan, Gürcistan, Rusya ve -eğer katılmak isterse-, Ermenistan, bu 6 devletin bir ‘ortak işbirliği platformu’ teşkil etmesi’ni teklif eden Erdoğan mı sizi dışladı?
Evet, Ermenistan’ın, Azerbaycan topraklarından kovulmasına İran Azerbaycanı’ndaki onmilyonlar değil, bütün İran halkı da sevinmeliydi. Ama, bunun yerine, İran yönetiminin izni olmadan yayın yapmaları mümkün olmayan gazetelerin dünkü ‘çirkin’ ve hattâ, ‘hayâsız’ saldırılarına ne demeli?
Dünkü İran gazetelerinde ‘İstanbul’ kelimesi bozularak (ne hayâsız bir mânâya geldiğini yazamıyacağım) ‘Sultanbul’ diye bir kelimenin bile manşetlere çekilebilmesi karşısında ‘Bu kadar seviyesizliğe de pess vallahi!’ demekten başka bir söz bulamıyorum.
Bu ‘çirkeflik’ yoludur.
***Hele, bir İran gazetesinin, Saddam’ın B. Amerika eliyle idâm ediliş fotoğraflarını birinci sahifeden tekrar yayınlaması ve Erdoğan’ı da bu âkıbetle korkutmaya çalışması ibretliktir; dahası, alçaklıktır.
Keyhan gazetesinin ise, Erdoğan’ı, ‘İsrail’le dans ediyor’ diye, kezâ, bir diğerinin Erdoğan’ı ‘Yeni Osmanlılık’ siyaseti takib ettiği için suçlaması ve Hitler’e benzeten karikatürler yayınlamaları..
Bunlara aynı çarpık mantıkla cevap vermeye asla kalkışılmamalı, ayrıca, İran yönetimiyle İran halkı ayrı tutulmalıdır.
Rehber’in Doğu Azerbaycan’daki temsilcisi olan bir ‘molla’ da, Erdoğan’a, ‘15 Temmuz Darbesini ilk suçlayanın İran olduğunu’ hatırlatıyor, İsrail’in etkisinde kaldığını söylüyor, ve hattâ 30 yıl öncelerde, Turgut Özal’ın ‘Azeriler şiîdir, biz sünnîyiz..’ şeklindeki sözü, yeni imiş gibi tekrarlanıyordu.
Dün Tebriz’de, Türkiye Başkonsolosluğu önünde toplanan kalabalıkta konuşan birisi de, ‘İran’ın, 15 Temmuz Darbesi gecesinde yaptığı iyiliği unutma..’ gibi laflar ediyordu.
Halbuki, 15 Temmuz Darbe Hıyaneti sırasında, gece, saat 23.30 sularında, ‘Türkiye Ordusu Erdoğan’ı düşürdü..’ diye sevinçli bir haberi, İran’da hangi hassas makamlar adına kimlerin nasıl verdiğini ve yarım saat kadar sonra yayınlanan ‘Erdoğan niye devrildi?’ başlığıyla yayınlanan yorumda da, Erdoğan’a hakaret ifadeleri kullandıktan sonra, suçunun ‘Halifelik ve Yeni Osmanlılık’ siyaseti takib etmesi olduğunun söylendiğini de biliyoruz.
***Ama, biz Müslüman ülke arasında bu gibi çirkefliklerin sürdürülmesinin sadece emperial ve diğer bütün İslâm düşmanlarını sevindireceğini bilerek, görmezlikten gelinmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bu cümleden olmak üzere, İran’ın nükleer teknolojisi için İran’a yaptırım uygulanması şeklindeki Amerikan teklifi BM. Güvenlik Konseyi’nde oylanırken, Türkiye’nin, Amerika’yı hışımlandıracak şekilde İran’ı savunup oyunu bozmasını; ve yıllarca sonra, ‘Pişman mısınız?’ diye sorulduğunda, ‘Hayır! Bugün olsa yine desteklerim..’ diyenin de Başkan Erdoğan olduğunu hatırlatalım.