Uzun zamandır bölgemizdeki gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Ukrayna'dan Doğu Akdeniz'e, Kafkasya'dan Balkanlar'a kadar uzanan küresel mücadelede taraflar netleşmiş durumda. Ancak bölge aktörlerinin bir kısmı, üzerlerine gelen tehditlere karşı hazırlıksız yakalanıyor.
Türkiye, Hibrit Savaş'tan etkilenmemek adına savunma sanayisine yatırımlar yapıyor. Bölgemizde olası çatışma alanları, birçok ülkenin sınırlarını doğrudan etkileyebilir.
Geçtiğimiz aylarda, siyasetteki normalleşme sürecini küresel gerilim ekseninde değerlendirmiş ve Meclis'te yaşanacak ılımlı havanın tarihsel bir zorunluluk olduğunu vurgulamıştık. Ankara'nın geçmişte denediği ancak başarılı olamadığı süreçler hakkında uzun uzun konuşabiliriz. Fakat günümüzde bölgeye emperyalistlerin ilgisinin arttığını göz ardı etmemeliyiz.
Türkiye'de İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan siyasi kamplaşmalar ve örgütlenmelerin arkasında uluslararası sistemin etkilerini görmekteyiz. Geçtiğimiz yüzyıldaki toplumsal hareketleri yalnızca ülkemiz üzerinden analiz etmek yanıltıcı olur. Birçok ülkede toplumsal hareketlere müdahale edilmiş ve bu hareketler manipüle edilmiştir.
Soğuk Savaş döneminde Türk solunda yaşanan savrulmalar, iyi niyetli birçok gencin hayatını karartmıştı. Örgütler arasındaki rekabetler, zamanla çatışmaya dönüşmüş ve toplumsal zemin kaybedilmişti. TİP'ten THKO'ya, FKF'den Dev-Yol'a kadar pek çok hareketin yaşadığı deneyimler bize önemli dersler veriyor.
Benzer savrulmalar, Kürt siyasi hareketinde de gözlemlenebilir. Kawa, Rızgari, DDKO, KUK ve PKK gibi örgütlenmeler, bir süre sonra içine düştükleri girdapta kayboldu.
Soğuk Savaş döneminin travmaları ve gençlerimizin yaşadıkları asla unutulmamalı. Ancak bir süre sonra kin gütmek yerine helalleşmek ve kader birliğine inanmak zorundayız.
Cumhur İttifakı liderleri Erdoğan ve Bahçeli'den gelen açıklamalar, siyasetin yumuşaması ve diyalog zeminine oturmasını işaret ediyor. 9 Eylül 2024 tarihinde bu köşede yazdıklarımız, Kader İttifakı'nın bölgedeki çatışmalara karşı halklar için bir "koruma kalkanı" olacağını öngörüyor.
Orta Doğu'da akan kan ve gözyaşından beslenen emperyalistlere karşı, Türk ve Kürt kardeşliğinin önemi artıyor. Bölgedeki Kürt halklarını ateşe sürüklemek isteyenler, Brüksel ve Washington'dan yaptıkları yayınlarla sulh ortamını baltalamaya çalışıyor.
Siyasetin bir çözüm sanatı olduğunu ve halkın iradesinin yalnızca legal siyaset zemininde ortaya çıkabileceğini biliyoruz. DEM Parti'nin Kandil'in gölgesinde siyaset üretemediğini, bu engel aşıldığı takdirde bu coğrafyada kendi koşullarına uygun bir Kader İttifakı'nın mümkün olduğu söyleyebiliriz.
Geçmiş tecrübelerden ders çıkararak, daha geniş kitlelerin katkı sağlayacağı ve kültürel politikalarla desteklenecek bir dönemin, dış etkilerden arınmış bir sürecin yönetilebileceği kanaatindeyim.
Tarih, güçlü liderlerin cesur adımlarını kaydeder. Erdoğan ve Bahçeli'nin mesajları, bölgemizde karşılaşacağımız tehlikelere karşı Türk-Kürt ittifakının tarihi bir zorunluluk olduğunu gösteriyor.