Okuyucularla Hasbihal...
Pazar günleri, muhterem okuyucularımızın eleştiri ve görüşleri etrafında yaptığımız bir 'Hasbihal'e daha sağlık-âfiyet üzere, hayırlı çalışmalar dileği ve selâmlarımızla başlıyoruz...
Önce, dün akşam İstanbul'da Bayezid Meydanı'ndan Ayasofya ve Sultan Ahmed Meydanı'na kadar uzanan ana caddede 'Gazze'ye umut ol!' şiarıyla yapılacağı ilân olunan ve yüzbinlerin katıldığı büyük yürüyüşten bir kaç sahne...
Akşamüzeri on binler Eminönü ve Sirkeci'den elbette tramvay seferlerinin ve her türlü trafiğin bu iki nokta arasında yapılmamasının da etkisiyle, Gülhane Parkı kenarından Ayasofya'ya doğru giderken; Bayezid Meydanı'dan -abarttığım sanılmasın, yüzbinler, aynı mekâna doğru ve tekbîr sadâlarıyla yürüyorlardı. Bu yüzbinler, ortalama olarak, halkın orta ve alt-gelir gruplarından idiler.
Bu konuya ve ayrıca, Azerbaycan ve Ermenistan liderlerinin, Amerikan Başkanı D. Trump'ın yanında, 'Zeng-i Zûr Koridoru' konusundaki ihtilafı ona erdirdiklerine dair bir anlaşmayı imzalamaları ve asıl mühimi, bu zafer havası içinde, bu 'koridor'un işletilmesi yetkisini şimdilik, 99 seneliğine, Amerikan emperyalizmine devretmelerindeki, büyük oyunun içinde kukla durumuna düşülmesine, inşallah yarınki yazıda etraflıca değinelim.
*
Bu haftaki 'Okuyucu Hasbihali'nde daha çok da 6 Ağustos günü, Enver Paşa'yla ilgili olarak ve Kemalist resmî tarih söylemlerinin ve yalanlarının dışına çıkarak yazdığım makale dolayısıyla, maalesef, Kemalist tarih anlayışının malûm yöntemleriyle öğretilenlerin tekrarından ibaret, koklanması bile zor olan zakkum çiçeklerinden olan bir buketi andıran eleştirilere -özetleyerek- değinmeye çalışacağım:
*Zeki Kara isimli okuyucu, 'Selahaddin âbi, bu konuda benden daha çok kitap okumuştur. Bir sorum olacak. Sultan 2. Abdulhamîd, İslamî hedefler açısından yeteri kadar dikkatli değil miydi ki, onu tahtından indiren hareketin ve de 'İttihad- Terakki Cemiyeti'nin içinde, Enver Paşa'nın ne işi vardı?' diyor.
--Hemen belirtelim ki, tarihi ve hattâ sadece tarihi değil, her şeyi yorumlamak isterken, çok kitap okumuş olmak yeterli değildir. Önemli olan, hakikat bulmak dikkat ve hasleti içinde, sadece okumak değil, okunan yığınla kitapların, yazıların içinde anlatılanlar, dinlenilenler ve görülenler arasında bir hükme varabilmek için mantıkî bağı kurabilmek ve ondan da öteye kimseye haksızlık etmemeye çalışmaktır...
Bu bakımdan, bu okuyucu kardeşimizin zannının tersine, onun kadar da çok kitap okumamış olabilirim.
Sultan 2. Abdulhamîd'i, son 300 senenin içindeki sultanlar arasında herhalde, yaşadığı çağı ve dünyayı anlamaya, bu yolda tedbirler almaya çalışan nadir şahsiyetlerden birisi olarak görüyorum.
Ama bu, onun da hatasız olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır.
33 yıl en sorumlu makamda iken, kendi tayin ettiği Şeyhulislâm'ın verdirdiği, verilmesine âlet olduğu ve Elmalılı Hamdi Efendi'ye yazdırıp kendi mührüyle tasdik ettiği 'saltanattan azledilmesinin gerekliliği'ne dair fetva'yı, zamanın Meclis'ine, Meclis-i Mebûsan'a gönderip o Meclis'ten de, o fetvâ'yı, Selanik Mebusu Yahudi Emmanuel Karasso ve Ermeni Arâm Efendi ve diğer 3-4 kişi temsilen gelip Sultan'ın kendisine sunduklarında onun boyun eğmesi anlaşılır gibi değil.
Evet, herkesten 15 Temmuz'da Tayyip Erdoğan'ın, önceki hiç bir hükümet darbesi karşısında gösterdiği, 'Ölümse, hoş geldi, safalar getirdi...' diye kararlı bir direniş göstermesini bekleyemeyiz herhalde. Ama Sultan'ın, o Meşrutiyet Hareketi ve hele de '31 Mart 1909 gailesi' sırasında Şazeli Tarikatı'na mensup 'Medineli' diye ünlü bir şeyhe gidip, 'Efendim, ne buyurursunuz?' diye sorması ve devlet işlerinden habersiz bir yaşlı zâtın da, 'Oğlum Hâmid, buraya kadar... 33 sene saltanat yeter... Kan dökülmesin...' demesiyle boyun eğmesi anlaşılır gibi değildi. Eğer mesele sadece saltanat sürmek ise, 33 yıl değil, bir gün bile iktidarda kalmak fazladır.
Bugün de Başkan Erdoğan, iktidarda kalmak için gibi bir hedefi gözetse, 22-23 sene değil, 1 gün bile fazladır. Ama o, bunun öyle olmadığını çok kere ve hele de 15 Temmuz Darbe Hıyaneti'ne karşı gösterdi.
Ama şu konu da unutulmamalı... 'İttihad ve Terakki (Birlik ve İlerleme) ismiyle ortaya çıkan cereyan, maalesef toplumun okumuş kesimlerinin neredeyse tamamını âdeta sihirlemişti...
Abdulhamîd tahta geçtikten sonra dünyaya gelen nesillerden olan bir 'Enver Paşa'nın o teşkilatın içinde işi neydi?' diye sormak kolaydır şimdi, ama sadece o mu? Mehmed Âkif, Said Halim Paşa, Elmalılı Hamdi Efendi, Bediuzzaman Said Nursî, Muhammed Şemseddin (1948'lerde başvekil de olan Günaltay) ve daha nice önde gelen Müslüman mütefekkirler bile o cereyana kapılmışken, elinde silahı, nice subaylardan birisi olan, 25-30 yaşlarındaki ve nicelerine göre daha İslamî heyecan ve fikirleri olan Enver'in de, o hareket içinde bulunmasına şaşmamak gerek. Onun için 'hatasız' demiyorum. Kaldı ki, kendisi de Manastır'da Askerî Mekteb'de iken, 'Bu adam gitse, her şey düzelir sanıyorduk.' diye itirafında bulunur.
Bugün de İslamî hedefleri olduğuna inanılan nice hareketlerin içinde bu emel ve hedeflere uzak kimseleri görüp hayret etmiyor muyuz?'
*Turgay Çınar isimli okuyucu da özetle şöyle diyor:
Kusura bakmazsanız bendeniz Enver Paşa hakkında sizin kadar müsbet düşünemiyorum. Efendim kendisinin 'İslam Birliği' emeli varmış... 'İttihad ve Terakki'nin önde gelen 3 yetkilisinden birisinden bahsediyoruz. Bu kişi, Halife-i Müslimin'i al-aşağı edip sürgüne göndermiş ve Balkan Faciası'na sebep olmuş baş aktörlerden birisi olmuş,
en sonunda İttihat ve Terakki elebaşlarıyla beraber bir Alman denizaltısına binerek bir gece yarısı yurtdışına kaçmış, bilahare yönünü Orta Asya'ya çevirmiş ve orada Ruslara karşı savaşırken şehit olmuş. Allah taksiratını affetsin.'
--Evet, bu okuyucu da böyle söylüyor, 100 yıldır tek taraflı iddialarla yazılan resmî tarih metinlerini tekrarlayarak.. Sadece şu kadarını belirteyim ki, İngilizler İstanbul'u işgal ettiğinde, gizlice yurt dışına kaçan Enver Paşa, kuzu kuzu teslim olsundu da, onlar da onu savaş suçlusu diye; Amerikalıların Nürnberg'de, Tokyo'da kurdukları düzmece mahkemelerde, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra en üst derecedeki Alman ve Japon liderlerini ve kumandanların muhakeme edip kurşuna mı dizsinlerdi; ya da, 2006'da Amerikalıların Irak'ta Saddam Huseyn'i devirip idam edişleri gibi?
*Ferhat Karasari isimli okuyucu da diyor ki: 'Selahaddin kardeşim, aydınlatıcı bilgileriniz için teşekkürler. Ankara'ya istemeyenler de iyi biliyor olmalılar ki istemediler. Yazdıklarınızdan anlaşıldığına göre, belki, Enver Paşa'yı olsaydı, laik putperestlerin üzerine titredikleri zorbalıklar yapılamayacaktı. Enver Paşa'ya Rabbim Rahmet ve taksiratını affeyleye...
Karanlık bir zaman... Denize düşen, yılana sarılır misali, çok çırpındılar. Kimin, kimlerin, hem de nasıl azgın bir İslâm düşmanı olduğunu ise, çok geç anlamıştık, belki niceleri hâlâ da anlamadı. Emperyalistler, içimizdeki 'kapıkulları'na istediklerini yaptırdılar.
Bugün yakın tarihimiz anlamaktaki en büyük engelimiz, putperestlik... Diktatörlük uygulamalarını bertaraf etmeden, hiç bir derdimizi iyi ve doğru bir şekilde anlatamayacağız. Selam olsun kardeşim.'
--Evet bu kardeşimizin uzun tespitlerini bu kadarca özetleyebildim ve onun, 'galip gelenlerin kendi istedikleri gibi yazdırdıkları resmî tarih yazışmalarına dayanarak nice seçkin kişiler hakkında hüküm vermesinin Ümmet'e faydalı bir yaklaşım sunmayacağını düşünüyorum.' görüşünü tekrarlıyor ve 'galiplerin resmî tarih iddialarına ve yalanlarına itibar edilmemesi' şeklindeki yaklaşımına riayet etmeye çalışıyoruz. Unutmayalım ki, bir kişi veya kadro, tarihi, kendi istedikleri şekilde anlatmak isterken, diğerlerini yok sayması ve hattâ suçlamasına karşı kendisini savunmak isteyen ünlü bir başka Paşa olan Karabekir'in sandıklar ve çuvallar dolusu belge ve yazıları, evine yapılan baskınla el konulup yaktırılmış ve hattâ kızgınlık içinde, bir başka Paşa'nın, bu Paşa'ya kızgınlığını , 'Bu memleketin akıl doktorları nerede ve niye bu kişiyi akıl hastanesine kapatmazlar?' diye, kendinden geçercesine bağırıp çağırdığını, Uğur Mumcu bile bir kitabında dile getirmişti...
Bu vesileyle, tarihçi Prof. Şükrü Hanioğlu, 'filan resmî ideolojiye aykırı olabilir, o yazılmazsın...' mânasına gelen engellemelerle tarih yazılmaz; General Charles de Gaulle' (Şarl dö Gol)'ün şu hataları yazılmasın şartı konulsa, Fransa tarihi veya George Washington'un şu tarafları yazılmasın diyerek Amerkan tarihi yazılamaz; ama, bizde açılmayan sandıklar dolusu belgeler olmaksızın tarih yazılmaaya çalışılıyor' şeklindeki sözlerini bir daha hatırlayalım...
*Kars'tan Suheyl Beyzâde isimli tarihçi okuyucu da diyor ki: 'Şimdi hayatta olmayan ve bu sahada epeyce yazılar yazmış (M. Ç) isimli bir merhûmun, 18-20 yıl kadar öncelerde, bir TV tartışmasında, Enver Paşa'nın suçlanmaya çalışılması karşısında dayanamayıp, onun karşı noktasında bulunan paşa rütbeli ve meşhur bir şahsın adını (bir takım kanunî engellere rağmen), açıkça anarak, 'Onun gibi 80 tanesini getirseniz, bir Enver Paşa etmez' deyişini unutamıyorum.
Keza, taa Bakü'ye kadar her yeri, Rus ordularının yardımıyla işgal etmiş olan Ermeni milislerini, Kafkas İslam Ordusu'nu kurup, başına getirdiği kardeşi Nuri Paşa aracılığı ile, temizleyen-temizleten de Enver Paşa idi. Keza, Irak'ta, Bağdat yakınlarında, İngiliz ordusundan on binlerin ölümü ve 30 bin kadar askerin de esir alınmasıyla elde edilen Kut'ül Amâre Zaferi'ni kazanan Halil Kut Paşa da Enver'in amcası idi. Yani, Enver Paşa, öyle sıradan bir asker değildi. Ama son 100 yıl o, hep aşağılanmakla anıldı. Kaldı ki, 1. Dünya Savaşı' sırasında da, Selanik'in düşmesi üzerine Sultan 2. Abdulhamîd İstanbul'a getirildiğinde onun görüşlerini de alan birisi idi Enver...
--Evet, bu tarihçi kardeşimiz de bunları bu kadarca yazıyor...
*Burhan Kavuncu dostumuz da 'Adalet, kişinin lehte ve aleyhte sayılabilecek özelliklerini dürüstçe ortaya koyabilmektir.
Nazarımda Enver Paşa, (elbette doğrusunu Allah bilir, ama) şehîdler katında yer alması nasip olan nadir şahsiyetlerdendir. En azından, İslâm'ın izzeti için, inandığı dava için cihad eden ve canını ortaya koymaktan kaçınmayan bir kahramandır. Elbette yanlışları ve faziletleri de vardır. Âdil bir şekilde gerçekleri yazdığınız için teşekkür ederim.' diyor.
--Özellikle Türkistan konularındaki bir ömür boyu çalışmalarını yakınan takip ettiğimiz Burhan Kavuncu kardeşimizin görüş ve temennilerine şahsen de katılırım...
*