Yüreğimiz dopdolu tıpkı Resulullah (sav) efendimizin Hz. Ali'ye yönelttiği soruda olduğu gibi: Bir kalp, hem eşini, hem çocuklarını çok seven bir kalp, aynı zamanda Hz. Peygamberi ve Cenab-ı Allah'ı nasıl aynı anda sevebilir? Sanki bir kuantum sorusu gibi... Hepsi aynı anda aynı yerde ve her yerde ama istikamet Tek...
Kalbin genişliği ve berzahları yani kısımları neredeyse sonsuzluğu hatırlatır. O kadar çok şey sığar ki içine kalbin, düşündükçe şaşırır insan aklı... Kalbin sınırları hakkında en çok da bayram günleri düşünürüm ben ve bir türlü cevabını bulamam bu sonsuzluğun.
Arefe gününden başlayan kabristan ziyaretleri, kalbimizden gölgeleri silinmeyen sevdiklerimizin hatırasının nasıl da terk dilmez olduğunu fısıldar bizlere. Kalp unutmaz çünkü. Ama kabristanda takılıp kalmaz da kalpler. Oradan çıkar, bayramda kapıları çalıp, el öpmeye gelecek çocuklar için şeker almaya çarşıya geçer aynı hüzünlü kalp... Bu kez neşeye geçer, bayram çocuklarının zilleri çalıp çalıp kaçan yaramazlıklarını düşünerek. Belki gurbetteki çocukları gelecektir, bu sefer hayallere dalar kalp, çocuklara neleri ikram edeceğini düşünür, bir eksikleri var mıdır, acaba ne versem, acaba ne yedirip ne içirsem der durur, kaygılara düşer bu kez de... Derken evine gelir, radyoda çalan bir şarkıyla eski günlerine döner, vefat etmiş arkadaşları, kardeşleri gelir gözünün önüne, bayram fasıllarını dinlerken hep babaannemle annem gelir aklıma benim, burnumun direği sızlar... Kalptir bu daldan dala konan kuş misali. Derken tam ağlarken, zil çalar, kapıda misafirler, için açılır gönlün ferahlar, insan insanın merhemidir çünkü...
Böyledir kalbin halleri... Bir yelpaze gibi açılır, kapanır, açılır, kapanır da ermez bir türlü akıllar.
Vakfe'de Arafat'ta yüzbinlerce hacı ile birlikte senin de kalbin çarpar, Kıbleye her döndüğünde, ait olduğun Ev'i hatırlarsın... Hacıların arasında olmak ister kalp her arefede ah!! Onlarla birlikte olamamanın hüznü, hasreti ile yanarken, aminlere bir gözyaşı seli geçer, Gazze'nin ismi geçtikçe... Bir anda bembeyaz ihramlarına sarınmış adamlar kadınlar, ağlamaya başlarlar.
Ayakta, Kıbleye dönmüş, ağlayan yüzbinlerce insan...
Böyle görkemli bir manzara nerede görülmüştür der kalbiniz... Kıbleye dönüp siz de ağlarsınız onlarla... Her yer Kıble, her yer Gazze, her yer dua, her yer amin olur...
Ardından misafirlere ikram edilecek yemekleri tatlıları hazırlamaya geçersiniz, abartılı değildir hiçbir haliniz, ama her bayram hazırlığı gibi tertemizdir niyetiniz... Sonra telefonunuza gelen bayram fotoğrafları, videoları arasında yine çıkar karşınıza Gazze. Orada çadırların üzerine yağan yağmuru görüp mahcubiyetle sarsılır kalbiniz. Bayram namazını kılan son Gazzelilerin üstüne yağan yağmurla birlikte siz de ağlarsınız... Elinizin gücünüzün yetmediği bir yerde kardeşlerinize edilen eziyet, kalbinizi darmadağın eder...
Tam bunları düşünürken, torununuz koltukların kenarlarından tuta tuta sizin dizlerinize yetişir, boncuk boncuk gözleriyle bakar gözlerinizin içine. Niçin ağladığınızı anlamaya çalışarak bakar, bakar, derken küçücük kalbi dayanamayarak o da başlar ağlamaya... Kızınızın sesi yükselir odada; siz daha ne olduğunu bile anlayamadan, bebeğinin ilk adımlarını sizin dizlerinize doğru attığını söylerler... Bir neşe taşar kalplerden; "bebek yürüdü bebek yürüdü"...
Bunların hepsi kalbin içinde olup biter. Aslında olur da bitmez. Yaşamak dediğimiz şey, hatıralarla, hafızayla ilgilidir çünkü. Hayatta "an" dediğimiz şey, bütün geçmişiyle, kalbinde taşıdığı tüm geçmiş anlarla, işte o yeni ana ulaşmış insanın kalbinin yeniden atışıdır. Her yeni an, tüm geçmişleri çeker taşır peşinden, insan böylelikle asla bırakamaz kendi kendini... An; bilince dönüşür...
Bayram da bu yüzden hafıza bilincidir. Kalbin hatırlamalarının, an'a dönüşmüş sabahında, bayram namazını tekbirlerle kılabilmek, şükür vesilesidir her şart altında.
Ve Kurban... Gazze'nin küfür karşısında eğilip bükülmeyen başının, gökten inecek bir koç beklediğini görürsün. Kalbin titreyerek bakar İsmail'in yerine geçmiş Gazze'ye... Elleri kolları düğümlenmiş, gözleri bağlanmış bir Gazze'ye bakakalırsın... "Şimdi bir koç bulmak gerek" derken işitirsin kalbini... Kimdir o koç? Ümmetin koçları nerededir? Bakar ararsın, sızlanarak...
Kalbin kim için sızlıyorsa ona aittir. Ve kimler için sızlıyorsa...