Bazen kalemimin yorulduğunu düşünüyorum. Yazma iradem, isteğim, enerjim olduğu, içim içime sığmadığı, öfkem gün geçtikçe arttığı halde sanki kalem artık yazmak istemiyor gibi geliyor bana. Özellikle Gazze konusunda. Bu, duyarlılığımı yitirdiğim anlamına gelen bir yorgunluk değildir kuşkusuz. Bir insanın, bir özgür ruhlu bireyin, bir Müslüman'ın olabileceği kadar duyarlıyım ve duyarlılığımı sürdürüyorum. Gazze'nin acısını ruhumun derinliklerinde hissediyorum, bitmeyen ve unutulması mümkün olmayan bir acıdır çünkü. Ama bütün insanlardan olmasa da dünya düzeninden büsbütün ümidimi kesmiş durumdayım. Sudan'da yaşanan vahşet üzerine bir yazı yazmak isterken bunu fark ettim. Yazmaya varmadı elim. Ne işe yarar diye bir duyguya kapıldım. Yazdıklarıyla dünyayı değiştiren, tarihin akışını tersine çeviren kalem erbabından değilim elbette. Bunu iddia edecek kadar akli melekelerimi yitirmedim hamdolsun. Ama insan, bir konuda bir daha yazmak için kendisinin veya bu minvalde yazan başkalarının yazdıklarının az da olsa makes bulduğunu, dikkate alındığını görmek ister. Tabi ki değerli okuyucuları kast etmiyorum. Benim derdim, bizi insanlıktan ümidini kesmek durumunda bırakan vahşi Batı düzenidir.
Doymuyor kana. Hiçbir katliam, hiçbir soykırım tatmin etmiyor bu medeni (!), bu doyumsuz canavarı. Katliamlar arttıkça "daha yok mu" diyor. Biri biterse bir başkasını başlatıyor. Mesela İsrail'in aslında hiçbir şekilde uymak istemediği ateşkesten sonra, Filistinli kanının akması biraz yavaşlayınca, anında Sudan vahşetini devreye soktu. Bunun artık dünyamızın değişmez rutini olduğunu yüzyıllardır gören, gözlemleyen bir zihin usanmaz mı? Bir kalem elden düşmez mi? Siz de Sudan'daki kanın akışı yavaşlarsa kim bilir nerede kimlerin kanı akacak duygusuna kapılmıyor musunuz? Bu vahşetleri yazmak, kınamak isterseniz elinizden düşmez mi kaleminiz?
Batı medeniyeti, dünyayı askeri olarak işgal etme, ülkelerin yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarını sömürme, insanları zincirlere vurarak köleleştirme aşamasını çoktan geride bırakmış. Çünkü bu bağlamda zaten doyuma ulaşmış bulunuyor. Ayrıca bütün bunlara gerek bırakmayacak şekilde saat gibi işleyen bir dünya düzeni kurmuş. Yorulmasına gerek kalmamış. Bütün zenginlikler petrol boru hatları misali akıyor başkentlerine. Öyle nesiller yetiştirmiş ki kendi elleriyle Batı'ya teslim ediyorlar ülkelerini çağdaş düzenler adı altında. Askeri işgale gerek kalmıyor dolayısıyla. Nice milletler, Batılı turistlere hediyelik eşya satar gibi bütün zenginlik kaynaklarını kendi elleriyle Batılılara peşkeş çekiyorlar. Afrikalara, Asyalara kaçak yollardan seferler düzenleyip insanları zincirlere vurup Kunta Kinte misali gemilere tıkış tıkış doldurup Batı başkentlerinde satmaya götüren haydutlara da gerek kalmamış artık. Çünkü insanlar bizzat kendileri her şeyi göze alarak, mayınlı tarlalardan, tel örgülerden geçerek, her türlü aşağılanmaya maruz kalarak, ölümlere katlanarak kendilerini modern köle pazarlarına atıyorlar. Dolayısıyla Batı artık bu gibi klasik kavramlara, olgulara dönüp bakmıyor bile. Artık fazla banal hatta demode geliyor bütün bunlar. Batı, kurulduğu önderlik saltanatında insanların kanının akmasını büyük bir coşkuyla, alabildiğine haz alarak seyretme aşamasına geçmiş bulunuyor, bir vampir filmini ağzının suyu akarak seyreder gibi. Kan, daha fazla kan, alabildiğine çok ve çabuk akan kan olmalı ki istediği hazzın doruklarına ulaşabilsin. Tabi ki Batıdaki bütün halklar böyledir demiyorum. Batı emperyalizminin öncü merkezlerini ve bizim içimizde Batının "sarhoş kusmuğu" mesabesindeki ideolojilerinin arasında debelenenleri kast ediyorum.